Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

Lizbon ve Gulbekian

Üyesi olduğum bir Avrupa iş derneğinin toplantıları düzenli olarak senede dört kez yapılıyor. Bunların iki tanesi her zaman Amsterdam’da olduğundan pek heyecan yok ama öteki ikisi gezici. Bu seneki ilkbahar toplantısı Lizbon’da düzenlenince ilk kez Portekiz’e gitme şansım oldu. Uçak saatleri sayesinde de iki öğleden sonra şehri gezebildim.

Vardığım gün otele girdim, otelin mini spor salonunda spor yaptıktan sonra güzel havada açık havada koşmak maksadıyla dışarı çıktım. Bu majör bir hataymış, zira Lizbon yokuşa kurulmuş bir şehir. Caddeler dar olduğundan yolda koşmak imkansız, kaldırımlar ise kaygan ve oldukça sert bir taş ile kaplı. Sakatlanma öncesi bütün şartlar bir araya geldiği için otelin civarındaki parkın etrafında 3km tur atıp geri döndüm.

Ribadouro
Güzel bir deniz mahsulü yeme amacıyla merkeze doğru yokuş aşağı yürüdüm. Google Trips önerisi ile gittiğim lokanta 21:30’a kadar dolu olduğundan ikinci alternatifim olan Ribadouro’yu denedim. Tek kişilik masaları vardı. Çok lezzetli bir dev karides (kaplan karidesi, panaeus monodon) öncesinde yengeçli ezme ve yerel taze bir peyniri Portekiz Vinho Verde şarabı ile mideye indirdim.

Siz Asıl Onu Pişmeden Önce Görecektiniz

Vinho verde Romalıların zamanından beri şarap yapılan Portekiz’in meşhur Duoro Vadisi’nin en bilinen şarap cinsi. İsmi (yeşil şarap) bazı iddialara göre erken hasat edilen yıllanmamış üzümler ile yapıldığından, bazı iddialara göre ise yemyeşil ağaçlar ile kaplı bağ bölgesinden geliyor. Hafif gazlı ve lokantada etrafında soğuk bir ceket ile servis edildiği için mevsime çok uygun. Karidesin ardından gelen okyanus morina balığı ve patates ile de iyi gitti ama hep tek başımayken yaptığım gibi abartarak sipariş verdiğimi çok geç farkettim.

Red Frog
Lokantanın hemen karşısındaki sokağa ismine İngilzce’de speakeasy denilen gizli barlardan biri saklanmış. Zili çaldığınızda sizi tipinize bakarak içeri alıyorlar. Menüsünde sadece kokteyller var. Kokteylleri hem muhteviyatlarına göre hem de genel tatlarına göre sıralamışlar.

Barda oturduğum için barmen ile de konuşabildik, zaten benden başka yalnızca (hepsi sürekli telefonlarına bakan) 3 Amerikalı çift vardı. Papyon ve şık bir önlük ile mesleğini icra eden barmen şekersiz ve baharatlı diye seçtiğim Wolf Gang isimli fantastik kokteylin ana hammaddesi olan meskal hakkında uzun bir ders verdi, bardaki cinslerinden tattırdı. Ardından Portekizli, Madridli ve Barselonalı halklarının ve biralarının karakteristik özelliklerine girdik – Portekizlilerin hepsinden daha canayakın olduklarını, İspanyolların ve özellikle kendini beğenmiş Katalanların onları hep küçük gördüğünü söyledi. İspanyolların biraları da suluymuş üstelik.

Sonraki bir buçuk gün konferansta geçti. Ben ülkemizin durumu hakkında bir sürü soru cevaplayıp tahminlerde bulunduktan sonra herkes uçaklarına binip ülkelerine döndü. Ben ise oradan da Almanya’ya gideceğim için akşam uçağımı beklerken yürüyerek 8 dakika mesafedeki Gulbenkian Müzesi’ne gitmeye karar verdim.

Kalust Gülbenkyan (1869-1955)
(Kaynak: Wikimedia Commons)

Kalust Gülbenkyan’ı (Calouste Gulbenkian) ilk duyuşum uzun zaman önce bir gazete yazısında olmuştu. Türkiye’nin çıkardığı bürokratik zorluklar sonucunda Irak petrollerinden kazandığı paralarla kurduğu koleksiyonuna Lizbon’da müze yaptırmaya karar vermiş bir Osmanlı Ermenisi olduğunu hatırlıyordum.

Kalust Gülbenkyan
Kalust Gülbenkyan, 1869 Üsküdar doğumlu ama Talas’lı (Kayseri), petrol ticreti ile uğraşan varlıklı bir aileden geliyor. Hayatı boyunca İstanbul, Londra, Paris’te yaşadıktan sonra Lizbon’da ölmüş, Londra’da kendi yaptırdığı kilisede gömülmüş.

Gülbenkyan servetinin önemli kısmı Irak petrollerini bulan ve pazarlayan şirketlerden aldığı pay ve komisyonlardan yapmış. Şirket dediysem BP, Shell, Mobil, TPAO gibi şirketlerin ilk kuruluşlarından bahsediyorum.

Gülbenkyan bu şirketler kurulurken kendi paylarını düşük tutarak şirketlerin büyümesini tercih etmesiyle ve bu şekilde koruduğu komisyonlarla “Bay Yüzde Beş” lakabını kazanmış. Lakabın sonra bay yüzde beş veya on olarak birçok kerelere başkaları tarafından kullanıldığı malum ama Gülbenkyan bunların ilki olabilir. Google’da arayınca ilk sayfanın neredeyse tamamı ona ait çıkıyor.

Hakkındaki yazılarda Osmanlı Ermenisi ve İngiliz vatandaşı denilen filmlik bir karakter olan Gulbenkian 1900-1945 arasındaki karışık yıllarda aynı anda Almanlarla, İngilizlerle, Fransızlarla, İranlılarla, Amerikalılarla ve tabii Osmanlılarla bir şekilde dengeyi koruyarak çalışmayı becermiş. Londra ve Paris Osmanlı Büyükelçiliklerinde ticari konularda danışmanlık, Fransız Vichy hükümetinde İran’dan sorumlu bakanlık yapmış. Paris’te yaşadığı sürenin sonunda Amerika’ya giderken uğrayıp kaldığı Portekiz’in en büyük devlet nişanını almış. 1. Dünya savaşı sonunda Almanların payını Fransızlara pazarlayıp kendi haklarını korumuş, İngilizler 2. Dünya Savaşı sırasında mallarına el koymuşlar, ama sonrasında iade edip bir de üstüne madalya vermişler, ama Gülbenkyan reddetmiş.

Oğlu Nubar Gulbenkian babasından da enteresan bir karakter, babası ne kadar cimri ise Nubar o kadar hovarda imiş. Son yıllarında servet paylaşımı için birbirlerine karşılıklı davalar açmışlar. Kolust öldükten sonra Nubar vakfa dava açmaya devam etmiş.

Kafa Karışıklıkları
Gülbenkyan hakkında okudukça kafam karıştı. Hakkında düzgün bir biyografi hala yazılmamış. Komplo teorisyenliğinin futbol eksperliği, politika guruluğu ve emlak spekülatörlüğü gibi milli sporlarımızdan olduğu ülkemizde herkes kendi açısından teoriler yazmış:

  • Gülbenkyan Osmanlı’nın (veya başka bir bakış açısı ile Iraklı Arap ve Kürtlerin) petrollerini batılı güçlere peşkeş çekmiş mi? Gülbenkyan’ın kurduğu petrol şirketinin ortaklardan birisi de National Bank of Turkey. Bu durumda Türkiye’nin payı olması lazım. Ama bir iddiaya göre de bu banka zaten İngilizlerin kontrolünde.  Bir iddiaya göre de o şartlarda Osmanlı menfaatlerini dengeli bir şekilde korumuş, 2. Abdülhamit adına arsaları tapulamış.
  • İsmet İnönü’den hazzetmeyen basından okuduklarıma göre Gülbenkyan topladığı eski yazmaları sergilemek için İsmet İnönü’ye gidip müze izni istemiş.  İsmet İnönü kızıp “Biz devrim yaptık, eski yazı bitti şimdi bunları müzede görmek istemiyorum” anlamına gelen birşeyler söyleyip izin vermemiş.  Bu şekilde ecdadımıza ait 6000 adet eski yazılı eser yurtdışına gitmiş.  Aynı yazıda Lizbon’daki müzenin kitap müzesi de olduğu da yazıyor.
  • Gülbenkyan petrolü aramak için Abdülhamid’den izin ve talimat almış. Ama 1909 sonrasında İttihat ve Terakki gücü ele geçirince yöneticiler petrolden anlamadıkları için çıkan petrolü dış mihraklara vermesine göz yumulmuş.
  • O zamanki Türk yetkililer müze için izin vermemişler ama sebebi eski yazı olan kitaplar olması değil varlık vergisi zamanlarında bir Ermeni’nin bu işi yapmaması imiş. Gülbenkyan’a anormal bir vergi miktarı çıkarttıkları için Gülbenkyan müzeyi İstanbul’a kurmamış.
  • Bir başka iddiaya göre Gülbenkyan müzeyi Portekiz’de kurmuş zira Londra veya Paris’te kursa bu eserleri Türkiye’nin bir daha asla geri alamayacakmış.  Portekiz’den bir ihtimal geri alınabilir diye Portekiz’i tercih etmiş.
  • Ermenistan’da ise müzeyi orada kuracağı ama bir otoyola ismi verilmediği için küsüp vazgeçtiği anlatılıyormuş.

Hangileri doğru bilemiyorum, belki doğumunun 150. yılı olan 2019’da bir biyografi yayınlamayı planlayan İngiliz tarihçi Jonathan Conlin’i okuyunca daha iyi anlayabiliriz.

Kendi adıma birinci dünya savaşını şayet Almanlar kaybettiği için kaybettiysek petrolümüz olsa da durum değişmeyecekti ve Irak “elden” gidecekti. Ama buna rağmen petrollerde söz sahibi olamamamız Gülbenkyan yüzünden olduysa bile bu petrolün Türkiye’ye kalmaması sayesinde bir ekonomimiz olabildiği için kendisine minnettar olmamız lazım.

Hayır İşleri
Calouste Gulbenkian hayatı boyunca kazandığı paraların önemli bir kısmını 6400 parçalık sanat koleksiyonuna ve İngiltere, Fransa, Ermenistan, Türkiye, İran, Portekiz dahil dünyanın çeşitli yerlerindeki hayır işlerine ve vakıflarına harcamış. Hayır işleri arasında kiliseler, hastaneler, kütüphaneler ve okullar var.

Oğluna az miras bırakmak için kurduğu da iddia edilen vakıf hala çok zengin ve özellikle Ermeni gençlerine burs vermeye devam ediyor.

Gulbenkian Müzesi
Gülbenkyan’ın hayır işlerinden en büyüğü Portekiz merkezli Gulbenkian Vakfı.  Vakfın en önemli eseri ise Lizbon’daki bu meşhur müze.  Gulbenkian Müzesi şehrin merkezinde, içinden ufak bir dere akan ve heykeller ile süslü bir parkın içinde yapılmış.

Binayı görünce zamanında benim de esinlendiğim(!) Frank Lloyd Wright yapmış diye düşündüm lakin sonradan öğrendim ki bina ve bahçe ondan esinlenen Portekizli ve İngiliz mimarlar tarafından tasarlanmış.

İznik, 16.yy’ın İkinci Yarısından

Müzenin Gulbenkian zamanında alınan eserleri asıl binada, ikinci bir binada ise 20.yy Portekiz siyasi ve sanat tarihini anlatan sergiler ve örnek eserler var.

Eski eserler kısmı ufak ama oldukça eklektik, az ve öz bir koleksiyon. Başta Osmanlı İmparatorluğu ve İran olmak üzere çiniler (çok büyük bir İznik koleksiyonu), halılar, mücevherler, kur’an ve divanlar, kadifeler, mobilyalar; Roma ve Antik Yunan tarih müzelerinde görülecek paralar, takılar, vazolar; ufak bir uzakdoğu sanatı kısmı sonrasında üniversitede aldığım tek sanat tarihi dersinin bütün mühim karakterleri burada: Rubens, Rembrandt, Renoir, Degas, Monet, Manet, Van Dyck, Rodin…

Sedrak, Kayseri, 1687
Bana Kayseri Burmasını Hatırlattı

Kendisine bir oda ayrılmış olan Gülbenkyan’ın arkadaşı Rene Lalique’in art deco mücevherleri de muhteşem. Gülbenkyan buradaki bazı parçaları Red Kit okurlarının yakınen tanıdığı Sarah Bernhardt’tan satın almış.

Lizbon Merkez

Benim gibi koşuşturarak değil de en az bir yarım gün ayırarak giderseniz müzenin bahçesinde sert bir Portekiz kahvesi içtikten sonra Lizbon’un ortasında kocaman ağaçların koyu gölgelerinde kitap da okuyabilirsiniz.



This post first appeared on Sarapci.com, please read the originial post: here

Share the post

Lizbon ve Gulbekian

×

Subscribe to Sarapci.com

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×