Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

Hindistan’da organ mafyaları ve böbreklerimi kurtarışım

Bir ülkeye gittiğinizde ücretsiz bir konaklama uygulaması kullanmayı düşünürseniz aklınıza gelmesi gereken ilk soru takdir edersiniz ki bunun güvenli olup olmadığı olur. Çünkü bu işin tabiatı budur. Eğer bir şey bedavaysa bu konu hakkında etraflıca düşünülmesi gerektiğini anlarız. Gereğinden fazla sorgulanmak bedava olan şeylerin fıtratında vardır. Hele bir de böyle bir durumda destinasyonumuz sıradan bir ülke değil de Hindistan olursa bahsi geçen güvenlik konusunu belki birkaç kez gözden geçirmemiz, hakkında yazılar okumamız ve deneyimli insanların deneyimlerine başvurmamız gerekir. Ancak herkesin hayatına bir kere de olsa musallat olan, dünyadaki herkesin aşırı tatlı ve iyi niyetli olduğu yanılgısı beni Hindistan’da bulmuş olacak ki ben bu ufak ayrıntıyı bir miktar atlamışım. Hindistan’da Organ mafyaları olduğu gerçeğini bilmek de bende uyandırıcı bir güç olarak işlevini yapamamış. Hindistan’da organ mafyaları gerçekten var mı yoksa sen mi uyduruyorsun? Hindistan için organ pazarının fokur fokur kaynadığı yerlerden biri diyebiliriz. Organ kaçakçılığı konusunda bir dünya markası mıdır bilemem ama Hindistan gibi fakir ülkeler zengin ülkeler için organ temininde kaynak ülke olarak gösteriliyor. Ülkenin bu ünü kazanmasında organ hırsızlığının yanı sıra para için organlarını satan fakir insanların etkisi de var. Hatta organ kaçakçılığının yanında insanları hapis tutup kanlarını alarak satmak da Hindistan’da yapıldığını bildiğimiz bir diğer uygulama. Yani elimizde Hindistan’da organlarımızın çalınmasından korkmamız için yeterli veri var. Ben uydurmuyorum. Böbreklerim ve ben Beni tanıyanlar böbreklerimi ne kadar sevdiğimi ve onları korumak için neleri göze alabileceğimi bilirler. Büyük ihtimalle beni tanımayanlar da bilirler çünkü ortalama bir insanın böbreklerini korumak için neler yapabileceğini tahmin etmek o kadar da zor değildir. Böbreklerimizi severiz ve yerlerinde kalmalarını isteriz. Kaldı ki böbreklerimizin vücudumuzdan çıkarılması cerrahi operasyon gerektirir. Bu da bizi geren bir diğer konudur. Hal böyle olunca böbreklerimizi korumak daha önemli bir hale gelir. Hindistan’ın en kalabalık ikinci şehrine gidiyoruz Hindistan’da organ mafyaları olduğu ve benim böbreklerimi ne kadar sevdiğim konusunda hemfikir olduğumuza göre hikayeyi anlatmaya başlıyorum. Goa‘da bir hostelde gönüllü çalışarak geçirdiğim harika 2 ayın ardından Delhi‘ye giderek merak ettiğim diğer şehirleri görmek üzere seyahatime devam etmeye karar verdim. Hostelde geçirdiğim süre boyunca resepsiyon görevlisi olduğum için dünyanın farklı yerlerinden çok fazla insan tanıma ve topluluk ruhunu yaşama fırsatım olmuştu. (Sanırım herkesin aşırı tatlı ve iyi niyetli olduğu yanılgısına da tam olarak burada kapıldım.) Birlikte seyahat ettiğim Türk arkadaşımla yola çıkma planları yaparken hostelde kalan Fransız arkadaşımız da sohbetimize kulak misafiri olup bizimle gelmek istediğini söyledi. Bundan sonra saf ve masum kişiliğiyle hikaye boyunca adını sıklıkla anacağımız Fransız arkadaşımızın adı Haydar olsun. İki Türk bir Fransız Goa’dan yola çıktık. Anlatsam oldukça uzun sürecek birtakım olaylar gelişti ve kısaca biz Delhi’ye 12 saatte gidecek olan trene binmek üzere tren garına gittiğimizde internetten aldığımız biletlerin aslında olmadığını, iptal edildiğini öğrendik. O yüzden 35 saat sürecek bir başka trene binmek zorunda kaldık. Onca saatin sonunda Delhi’ye varıp trenden ineceğimiz zaman da bu defa kondüktör bisikletlerimizi çalma girişiminde bulundu. Tüm bu olayları “35 saatlik tren yolculuğu” yazısında anlatmıştım. Merak edenler oraya göz atabilir. Couchsurfing’de sıradan bir gün Tabii bu arada seyahatlerimizin daimi etkinlik ve organizasyon müdürü olarak gideceğimiz yerlerde kalacak bir yer bulmak da benim görevimdi. Bu görevi layıkıyla ifa edebilmek için bir yere gideceğimiz zaman öncelikle Couchsurfing gibi uygulamalardan ücretsiz konaklama alternatiflerini arıyordum. Eğer buralardan kalacak bir yer bulamazsam o halde ücretli konaklamalar arasından en uygun fiyatlı olanları adeta manuel bir arama motoru işleviyle hop diye filtreleyip buluyordum. Bu kabiliyetim sayesinde Delhi’ye gitmeden önce bizi misafir edecek birini çoktan bulmuştum. (Kendisini bundan sonra kısaca ‘host’ olarak anacağım.) Bulduğum kişinin yaklaşık 20 olumlu referansı olduğu için de şüphelenmek aklıma gelmemişti. Zaten bugüne kadar birçok ülkede bu ve benzeri bedava konaklama uygulamaları kullanıp insanların evinde misafir olmuş ve uzun zaman başka ülkelerden gelen insanları kendi evimde misafir etmiş ve her seferinde son derece keyifli deneyimler yaşamış olmama bağlı olarak işkillenme dürtüm epey törpülenmişti. O yüzden 20 kişi tarafından “Awesome guy” olarak nitelendirilen birinden şüphelenmem o zaman dilimi için ihtimal dahilinde değildi. Organ mafyası ile ilk karşılaşmam Uzun tren yolculuğundan ve başımıza gelenlerden sonra hayat kalitemizi yükseltmek adına tek beklentimiz acilen temizlenmek ve biraz dinlenmekti. O an ilkel benliklerimize doğru ters bir evrim geçirmiş gibi sadece temel ihtiyaçlarımıza odaklanmıştık. O yüzden trenden indiğimiz gibi doğrudan 20 km uzaklıktaki Couchsurfing evine doğru yola çıktık. Ben ve Türk arkadaşım bisikletlerimiz ile gidecektik. Fransız arkadaşımız Haydar sırt çantasıyla seyahat ettiği için metroyu kullanacak ve eve bizden daha önce varacaktı. Yorucu bir sürüşün ardından eve vardık. Kalacağımız ev üç katlı bir apartmandı ve bir site içinde yer alıyordu. Apartmanın etrafında giriş kapısını ararken hostumuza telefon ettim ve balkona çıkıp bize kapının yerini gösterdi. İşte enteresan olaylar silsilesi de bu noktada gerçekleşmeye başladı. Bugüne kadar yaşadığım deneyimlerin aksine bizi misafir edecek olan bu adam durumdan pek memnun görünmüyordu. Bizi gördüğüne sevinmiş olması bir yana dursun aksine üzülmüş gibiydi. Yine de bunca yorgunluğun üzerine sorun çıkaran kişi olmak istemedim ve arkadaşıma garip hissettiğime dair bir şey söylemedim. Çabuk içeri girin komşular görmesin Biz giriş kapısına gittiğimizde hostumuz da aşağıya inmişti. Tanıştıktan ve selamlaştıktan sonra heyecanla ve gülümseyerek “Ya işte başımıza neler geldi sorma,bir de trafik vardı biliyor musun anca gelebildik” diye ayaküstü laf olsun maksadıyla ufak tefek hikayeler anlatmaya başladık. Kendisi hiç gülmediği gibi hafif endişeli bir tavrı da vardı. Bize “Hadi bunları içeride konuşuruz eşyalarınızı içeri götürelim, komşular görmesin” gibi şeyler söyledi. Durumdan hoşnut olmamama rağmen hala sorun çıkaran paranoyak rolünü üstlenmeye hazır olmadığım için bir şey söylemeden ön bisiklet çantalarımı alıp yukarıya taşımaya başladım. O esnada Türk arkadaşım ve hostumuz aşağıda diğer çantaları söküyorlardı. Yukarı çıktığımda beni 20-25 yaşlarında genç bir çocuk karşıladı. Kapının hemen girişinde solda çift kişilik bir yatak vardı. (Evet girişte bir oda vardı diyebiliriz.) Holde ise 3 oda kapısı vardı ancak bu kapıların hepsi perdelerle örtülüydü. Hiçbiri görünmüyordu. Tüm bu sahneler beynimin işkillenmeden sorumlu bölümünü hafif hafif gıdıklamaya başladı. O an odanın köşesinde duran bir sırt çantası gözüme takıldı ve Haydar’ın oraya bizden önce gittiğini hatırladım. Fakat Haydar ortalarda yoktu. Hemen sürüngen beynim Haydar’ın böbreklerini çoktan almış olabileceklerine dair sinyaller vermeye başladı. Zihnimde Haydar’ın buz dolu bir küvetin içinde yattığına dair resimler canlanıyordu. Ancak etrafta kan veya boğuşma izleri yoktu. Beni karşılayan çocuğa Haydar’ın nerede olduğunu sordum. “Duşta” cevabını almam yetmedi, gidip duş kapısının önünde içeriye seslenme ihtiyacı hissettim. Bu iyi haberdi çünkü işkillenme reseptörlerim sonunda açılmıştı. Hindistan’da organ mafyaları sıraya dizilse aralarından sağ salim çıkardım çünkü artık olası tehlikelere karşı tetikteydim. Organ mafyası beni odaya kitlemeye çalışıyor Haydar benim yaşadığım tüm tedirginliklerden habersiz duş alıyordu. Oysa ben iki saniye içinde Haydar’ın böbreklerini aldıklarından emin olmuş, en azından Haydar’ın nerede olduğunu bulursam ambulansı arayabilirim planları yapmaya başlamıştım bile. Haydar’ın iyi olduğundan emin olduktan sonra bisikletteki diğer eşyaları almak üzere tekrar kapıya yöneldim ama az önce beni karşılayan çocuk çevik bir hareketle kapıyı kapattı. Bana inmememi, arkadaşımın ve diğer çocuğun eşyaları taşıyacağını söyledi. En sempatik halimle çok fazla eşya olduğunu söyleyerek kapıyı kendim açtım ve aşağı indim. Tam olarak akıllanmamış olacağım ki iki çanta daha alıp tekrar yukarı çıktım. Yine de biraz akıllanmışım biber gazımı çantamın içinden çıkarıp çaktırmadan cebime koymuştum. Benim yarım akıllanışımın aksine yukarıdaki çocuk epey akıllanmış çünkü ben içeriye girdiğim gibi kapıyı arkamdan kapattı. Ortalama hava sıcaklığının 40 derece olduğu bir ülkede nasıl soğuk soğuk terlenir deneyimini ilk orada yaşadım. Bir elim cebimdeki biber gazımda öbür elim olası bir saldırıyı püskürtmeye hazır bir vaziyette dışarıda beklerken soğukkanlılığımı korumaya ve korktuğumu belli etmeden çocuğa ne kadar çok eşyamız olduğunu anlatmaya çalışıyordum. İşe yaradığından son derece şüphe duyduğum bu yöntem çalıştı ve çocuk kapıyı açtı. Mervidenlerden koşarak inmeye başladım. Aşağıya indiğimde artık böbreklerim benim için her şeyden daha önemliydi. Huzur kaçıran paranoyak olma pahasına Türk arkadaşıma iyi hissetmediğimi ifade ettim. Tabii bunu hostumuz anlamasın diye gülerek ve sanki eşyalar hakkında konuşuyormuş gibi yaparak söyledim. Arkadaşım da aynı şekilde bana gülerek gereksiz paranoya yaptığımı, hep bu tarz senaryolar yazdığımı, zaten çok yorgun olduğumuz için başka bir yer aramakla uğraşmanın saçma olacağını söyledi. O bunları söylerken aklıma ufak bir detay geldi. Hostumuzun profilinde annesi ve kız kardeşiyle yaşadığı yazıyordu. Ancak ben evde anne veya kızkardeşe benzer kimseyi görememiştim. Organ mafyası böbreklerimi kaptırmayacağımı anlayınca çirkefleşiyor Bisikletlerin üzerindeki son çantaları söküp tüm eşyaları yukarı taşımaya hazır olduğumuz sırada artık son kozumu oynamanın vakti gelmişti. Yine en şirin surat ifademi takınarak bizi bir an önce eve tıkmaya çalışan hostumuza annesinin ve ablasının nerede olduğunu sordum. Bu sorumu duyunca epey gerildi ve sesini yükselterek “Ben sizi bedava misafir ediyorum ve sen beni sorguluyor musun? Ne biçim bir insansın?” diye bağırmaya başladı. Yaptığı çıkış o kadar yersizdi ki bu sayede Türk arkadaşımı orada kalmama konusunda ikna etmek için tek bir kelime daha söylememe gerek kalmadan kendisi de bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Hostumuzla aramızda ufak çaplı bir tartışma geçti ve kendisine teşekkür ederek kendimizi rahat hissetmediğimizi ve bu yüzden onunla kalamayacağımızı söyledik. Sinirlenip merdivenlerden yukarı çıktı ve gözden kayboldu. Beş dakika sonra biraz daha sakinleşmiş olarak geri gelerek “Böyle şeyler olabilir. Sana kötü referans yazmayacağım. Lütfen sen de bana yazma” dedi. Bence bu bana söylenmeyecek bir şeydi. Çünkü kendi böbreklerime değer verdiğim kadar başkalarının iç organlarını korumalarına da son derece saygı duyuyorum. O yüzden bu olaydan hemen bir gün sonra web sitesi yönetimiyle iletişime geçip durumu anlattım, ona yorum yazanları takip ettim ve onlarla da iletişime geçerek şikayet etmeleri konusunda cesaretlendirdim ve üç gün içinde hesabının kapanmasını sağladım. Ama ona kötü yorum yapmamamı rica ettiğinde gayet ılımlı bir şekilde “Tabii ki hiç merak etme” demekle yetindim. Ben böyle söyleyince içi rahatladı ve evine gitti. Biz de çantalarımızı alıp bisikletlerimizin yanında Haydar’ın duştan çıkmasını bekledik çünkü Haydar hala her şeyden habersiz duşunu alıyordu. Haydar organ mafyasının eline düşecek mi? Düşünsenize 35 saat tren yolculuğu yapmışsınız. Bilmediğiniz bir evde kalmaya gidiyorsunuz. Duşa giriyorsunuz. Arkadaşlarınız geliyor. Ve siz duştan çıktığınızda bütün plan değişmiş oluyor. Ve birisi size tam olarak anlayamadığınız bir sebepten dolayı orada kalamayacağınızı söylüyor. Şaşırırdınız. Haydar da şaşırdı. Bir de işin kötü tarafı Haydar’a tüm bunları anlatamadık çünkü ortak konuştuğumuz tek dil İngilizceydi ve organ mafyası da İngilizce biliyordu. O yüzden sadece “Burada kalmak istemiyoruz rahat hissetmedik” diyebiliyorduk. Haydar da onca yorgunluğun üstüne böyle saçma bir sebepten dolayı neden gitmek istediğimizi anlamıyordu. Vermeye çalıştığım işaretleri anlamaması da cabasıydı. Tecrübelerime dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Fransızlar bu tarz durumlarda göz pörtleterek sinyal verme tekniğinden bir haberler. Her gözümü pörtletişimde “İyi misin napıyorsun gözüne ne oldu?” sorusunu aldığım için vardım bu kanıya. Neyse en son Haydar’a “Haydarcığım sen istersen kalabilirsin. Lütfen kendini bizimle gelmek zorunda hissetme. Ama seni çok seviyorum ve bizimle gelmeni isterim.” diye rest çektim. Çünkü göz pörtletmekten anlamayan bir Fransıza çekilebilecek en iyi rest budur. Nihayetinde Haydar çantasını alıp bizimle gelmeye karar verdi. Evden çıktığında elinde sonradan doldurulmuş olduğu belli olan bir pet şişe tuttuğunu fark ettim. Hostumuz hava sıcak içersin diye Haydar’a su vermiş. Haydar da kıyamam bunu filtreli termosuna doldurmaya çalışıyordu. Ne yapıyorsun onu içmeyeceksin di mi diye sordum. Yok ya filtrem var korkma bir şey olmaz dedi. Yazının başında Haydar’a saf dememin sebebi de tam olarak buydu. Ben böbrekleri nasıl kurtarırızın derdine düşmüştüm ama o ishal olmasından korktuğumu sanıyordu. Hayatında hiç Nuri Alço izlememiş nereden bilsin? Suyu içtiniz mi? Evden biraz uzaklaştığımızda endişelerimden bahsettim ama Haydar “Ya neden öyle diyorsun ki çok iyi çocuklardı bence” diyerek saflıkta rütbe atladı. Haydar’ın anlattıklarımdan ikna olmayarak suyu gerçekten içmeye niyetli olduğunu görünce şişeyi elinden alıp içindeki suyu yere döktüm. Ama nedense pet şişeyi atmayıp bisikletin suluk kısmına koydum. Telefondan kalacak başka bir yer bakmaya başladık. Bunu yaparken kısıtlı internetimize rağmen adamın Couchsurfing profiline bakmak istedim. Ve biraz inceledikten sonra profildeki fotoğrafların bu adama ait olmadığını fark ettim. Aradan 10 dakika ya geçti ya geçmedi yanımıza bir motosikletli yanaştı. Bunlar az önceki evdeki hostlarımızdı. Ayaküstü bir ne yaptınız, başka yer buldunuz mu sohbetinin arasında “Hava da bugün çok sıcak bu arada size verdiğimiz suyu içtiniz mi?” diye sorma gafletinde bulundular. Bu sorularına hala bisikletin üzerine duran boş şişeyi gösterip “Üf hem de nasıl içtik ya çok teşekkürler iyi geldi.” cevabını verdiğimizde yüzlerindeki şok ifadesini görmemek mümkün değildi. Birbirlerine kaçamak bakışlar atarak adeta “E niye bayılmadı bunlar hala?” diye soruyorlardı. Bu noktada Hindistan’da organ mafyaları için biraz amatör olduklarını söyleyebiliriz sanırım. Bir müddet sessizlik oldu ve nihayetinde iyi günler dileyip yanımızdan ayrıldılar. Böbrekler 1- Organ kaçakçıları 0 O noktada hepimiz için bazı taşlar yerine oturmuş oldu. Hindistan’da organ mafyaları gerçekten bizi...

The post Hindistan’da organ mafyaları ve böbreklerimi kurtarışım appeared first on Melke On The Road.



This post first appeared on Melke On The Road Karavanla Seyahat, please read the originial post: here

Share the post

Hindistan’da organ mafyaları ve böbreklerimi kurtarışım

×

Subscribe to Melke On The Road Karavanla Seyahat

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×