Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

Öykü -1-

Kadıköy Duru Sahnesi’nin önünde oturuyordum. Ocak ayının belki de en sıcak akşamıydı, üzerimde yeni aldığım montum ve elimde sigaram vardı, içimi ziyadesiyle ısıtan. Tahta masam, sandalyem ve eşlik eden ağaçlarla yoldan geçen arabaların korna sesi de kulaklarımdaydı. Sesslerin ahengindeki bozuklağa rağmen birbirine saygı duyan ritimlerin dansı vardı Duru Sahnesi’nin dışında sahnelenen. Aslına bakılırsa sıradan bir akşamdı. Gökyüzü, ağaçlar, insanlar ve ben en az herşey kadar sıradandım gene. Önümden az sonra başlayacak oyuna geç kalan insanlar geçiyordu. Her birinde ayrı telaşlar, ritimler vardı. Dedim ya, aslına bakılırsa sıradan bir akşamdı. Gene en ıssız köşede oturmuştum, gözlerimi kağıdıma yummuştum, insanların ayak seslerine kapılmış, içimden bir türkü tutturmuştum.
                Emindim, içerisi alabildiğine sıcak ve insanlar birazdan kazaklarını dahi çıkartarak oyunun keyfine varacaktı. Benimse dizlerim şimdiden üşüdü. Hava hakkını vere vere soğuyacak. İyiden iyiye de kararmaya başladı zaten, belli ki bambaşka hayatlar nefes almaya başlayacak. Umrumda değil. Nasılsa dizlerim her şey gibi buna da alışacak, bambaşka hayatlar bildiğiniz hayatlara Daha güneş doğmadan kız oğlan kız karışacak. Elleriminse daha çekilecek çilesi var, dolma kalem yapışacak, durup durup sigara yakacak. Yapılacak işler var, sırasıyla elbette yapılacak.
                (Uzaktan bir siren sesi kulaklarımı tırmalamaya başladı. Yaklaştı, yakınlaştı ve uzaklaştı. İçinde telaşlı bir can vardı.)
                Beremi giydim. Buraya gelmeden yol üstü bir berbere uğrayıp sözde saçlarımın üstünden birazcık aldırmıştım, berbere kalsa Hala upuzundu saçlarım, daha da kısaltacaktı. Rica minnet koltuğundan kalktığımda  kel aynak kuşlarını dahi kıskanır olmuştum. E kış günü üşüdü başım, az da olsa uzun saça alıştırmıştım. Huysuzluğumdan da kimseye okşatmamış, yalnızlığa alıştırmıştım. Sırf bunun için bile uzun yıllar harcamıştım ki hakkıyla alışsın yalnızlığına, her teli korksun ona dokunacak tenlerden. Korkularını köklerine gömsünler ki tazeleri de anlasın istemiştim kimsesizliğin kıymetini. Kolay olmuyordu öyle bir başına rüzgara direnmek.
                Epi topu yalnızlığımın on beşinci dakikasında sıkıldım. Karnım ağrımaya başladı. Önce dirensem de telefonumdan birlikte çekildiğimiz tek kare fotoğrafı açtım. Sarı saçların merhaba dedi. Gözlerim bakmaya kıyamazken, ellerim hızlı davranmış okşuyordu sırmalarını benden habersiz. Kavga çıkaracaktı şerefsiz. Gözlerim kıskançtı, sevmek işini belli ki bu defa abartacaktı. Ellerim aradan çekildi ve seyrine daldı kara gözlerim sarı saçların. Merhaba dediler, cevap veremedi korkusundan dudaklarım. Ellerim korkmazdı gözlerimden, tekrar ekranın üzerinde gezindiler, sözde saçlarını sevdim. Saçların yalnız ormanlar gibi özgürdüler. Eh ben de sevmek mevzu olunca biraz acemi, çokça fakirdim. Dudaklarımdan birden İlhan’ın mısraları çıka geldi aramıza:
                                “Ben aşk nedir bilmem
                                Eski kafalıyım.
                                Bir seni bilirim
                                Bir de adın geçince sıkışan kalbimi.”   
                Sustu saçların. Diyecek neyi vardı ki? Ne demeliydi sanki, susmakla gözlerime sıcacık bir yaş indirdi. Şehir hala geveze, Kadıköy’ü sakindi. Gecenin bulutları bile birer birer inlerine çekildi. Saçlarım kimsesiz, gece burada sessiz, Şehir hala azgın, saçların sarı ormanlar gibi sımsıcaktı. Biraz daha yaklaşsam alevleriyle beni saracak, yakacak, kokacak, kafamı güzel yapacaktı.
                Saçları beni seyrediyordu, belliydi bense gözlerimi çoktan yıldızlara dikmiştim. Yıldızları karartan şehre yürekten küfürler etmiştim. Karşı apartmanda bir çocuğun ağlama sesiyle irkildim. Camın kenarına oturmuş yolu seyrediyordu ve benim yaşlı gözlerime inat sanki o yaş akıtmıyor, karanlığı al yanaklarıyla yarıyor, inadına kafa tutuyordu bir şeylere. Biraz çocuğu izledim. Dayanamayıp pencerenin altına gittim. Çantamı, defterimi, kalemimi ve telefonumu masada bırakmıştım. Çocuk beni fark etmedi. Ağlıyordu ve yanına yaklaştığımda fark ettim ki aslında hiç sesi çıkmıyordu. Yoldan geçenler bana, ben çocuğa bakıyordum. Birden içeri döndü, ışık hala yanıyor, perdeler ardına kadar açık geceyi içeri alıyorlardı.
                Yolun karşısında kalan eşyalarıma bakarken apartman ışığının yandığını fark ettim. Minik bir kahramana ait olduğu daha ilk tınısından belli adımlar yaklaşıyordu. Her biri kendinden emin vuruyordu merdivenlere. Onların da içi titremiş olacak ki hürtmetle çınlıyorlardı. Ufacık parmakları korkuluklara sus dercesine dokunuyor, çocuk yavaşça aşağıya iniyordu. Sessiz ve dimdik karşıma dikildi. Gözleri hala yola bakıyor ve pijamasındaki asaletle yürüyordu. Apartman kapısına yaklaştı, camdan biraz daha dışarı baktı. Bekledi. Kapının kilidine gitti elleri, gücü yetmedi kapıyı kendine çekmeye. Her şeye rağmen denedi, denedi ve tekrar denedi. Kolları kapının zulmüne karşı koyamayacak kadar narin ve kırılgandı, demir minik bir yürekten daha ağır, bembeyaz tene karşın kapkaraydı. İnat etti yavrucak, başaracaktı. Araladı, zalim ve gece kadar ağır kapıyı. Parmaklarını araya sokmuştu, kendine güç bela çekiyordu. Ufacık parmakları gözümün önüne geldi ve kapıyı çekmeye gücü yetmiyordu. Gözleri kapıyı değil, yolu izliyordu. Korktum, kapıya uzanıp, kendimce yardımcı oldum. Bir anda çocuğun gözlerini gözlerimde buldum. Öfkeyle deldi içimi, belli ki kendi işini kendi halletmek istiyordu. Yürümeye devam etti. Yolun yanına geldi. Hıçkırıkları kesilmişti, sessizliği bence şu kocaman şehri bile kahretmişti. Kadıköy’ün kedileri en sıcak köşelere çekilmişken o en soğuk kalrıma oturmuş, ellerini dizlerine koymuş, yolu seyretmekteydi. Arabalar seyrek de olsa geçiyor, saatin 21’i geçmesinden mi nedir bilmem çocuk ve benden başka biri görünmüyordu.
                Yanına yaklaştım, oturacaktım, tekrar korktum. Güzelim yavrucak soğukta hasta olacaktı. Omzuna dokundum, dönüp bakmadı.




This post first appeared on Robert Kaiser's Blog | Understanding Body Armour, please read the originial post: here

Share the post

Öykü -1-

×

Subscribe to Robert Kaiser's Blog | Understanding Body Armour

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×