Herkesin yaralı olduğunu fark ettiğimde artık çok geçti. O yaraları fark etmemiş Gibi yapmayı başaramayacağımı adım gibi biliyordum.
Görmemi istedikleri kadarını görmeye çalıştım başlarda. Daha fazlası hem onların canını yakıyordu, hem bana ağır geliyordu. Sadece gözlerine bakmamaya çalıştım. Usulca gözlerimi yere indirmemin veya anlamsızca etrafa bakmamın nedeni buydu. Her zamanki rutin sohbetlere, sabun köpüğü konulardan bahsetmeye ilgim bu yüzdendi.
Sonra en derin sırlarını, acılarını, anılarını, yaralarını anlatanlar oldu. Buna daha çok kızdım. Çünkü hiç tanımadıkları birine anlatıyor oluşları, anılarına saygısızlık gibi geliyordu. Saygısızlığa bir süre sonra samimiyetsizlik ekleniyordu fikrimce. Savunma mekanizmam “tanımadıkları insanlara bunları anlatmak daha kolay geliyordur” diyordu.
En son mantığım... Ahh mantığım!
Her şeyi boş ver. Hiçbir şeyin ne kadar derin, ne kadar sıradan, ne kadar özel, ne kadar siyah, ne kadar beyaz olduğuna sen karar veremezsin dedi.
Ben de bu sınavda kağıdı “boş ver”dim...