Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

İstanbul’da bir ikinci doğum hikayesi

Bu yazı için oturmak epey zamanımı aldı, ve arada yeni yeni pek çok hikayem de oldu paylaşacak. Ama bu kadar yoğun bir tempoyla yaşadığım Ikinci hamileliğimin doğum hikayesini hakkını vererek yazmak istediğimden bekledim. İşte bakın nasıl aldık kucağımıza minik Defne Maya’cığımızı….

Okuyanlar hatırlar, oğlum Demir bize biraz sürpriz yaparak beklenen gününden neredeyse iki hafta önce gelmişti. Ben de bu konuda ikinci doğumun da benzeyeceğini düşünerek bir beklentiye girdim. E tabii insan etrafta dev bir elma şekeri Gibi dolanırken bir an evvel doğum olsun Diye hevesleniyor.

Bu hamilelikte neler yaptım derseniz, aslında çok bulantılı geçmesi ve Daha yüksek bir kilodan başlamama rağmen kendimi pek hamile gibi hissetmeye şansım da olmadı. Bir yandan armut.com ile uğraşmak, onun iniş çıkışları, çalışması, oğlanın okulu derken ilk  8 ay hızla geçti… Ama o son bir ay bir türlü geçmek bilmedi.

38. haftadan Sonra her gün ha geldi ha gelecek bekledim… bekledim… bekledim.. 40. haftanın dolmasına bir gün kala sabah uyandım. Yine yalancı sancılarım (Braxton Hicks) vardı daha yataktan kalkmadan, ama biraz daha farklı gibi geldi… Derken saate bakıp dakika tutmayı akıl ettim. Baktım 7 ila 15 dakika arasında bir sancı beni yokluyor. Kalktım, kahvaltıya oturdum. Anneme son iki haftadır her gün verdiğim doğur(ama)ma raporları gibi ”yine sancı var gibi ama bilemiyorum yani” Dedim.. Amerika’da ofisten yakın bir arkadaşım iki kez hastaneden geri döndürüldü, doğum başladı sandığı ama doğum olmadığı için. Eh, bizim bebe de zaten gelmiyor, şimdi hastaneye gidip rezil olmanın alemi yok diye düşünüyordum hala.

Eşim henüz çıkmamıştı evden. Baktık bir oluyor bir olmuyor gibi, hadi dedik oğlan bugün evde kalsın. Ben de evde mi kalsam ofise mi gitsem bilemedim önce. Sonra kocacım dedi ki, ofis hastaneye daha yakın. İstersen git, kötüleşirsen seni oradan alır hemen hastaneye götürürüm. Ben hala doğurduğuma pek inanmadığımdan dedim ki ben benim arabayla çıkayım sen de seninkiyle. Bir durum olursa gelir alırsın beni…

Sonra otoparka indik, ben arabaya binince bir sancı geldi. Geçince arabayı çalıştırdım… 15 dak. sonra Erol’un işyerinin önüne geldiğimde bir tane daha geldi. Biraz daha yoğun olunca hemen kenara çektim geçene kadar. O sırada güvenlikten bir arkadaş geldi, buraya parkedemezsiniz diye. Adamcağıza ‘ben doğuruyorum, kocam da burada çalışıyor, arayın isterseniz!!’ diye bağırınca yüzündeki korkuyu size anlatamam : ) Hemen ambulans çağırayım dedi… O sırada sancı bitti, ben yok birşey gidiyorum dedim ve ofisimin önüne geldim. Tam parkettim, bir tane daha…

Dedim ki artık doktorumu arasam iyi olabilir (bu saatte uyanıktır herhalde diye de düşündüm tabii). Aradım, anlattım durumu. Bana galiba doğuruyorsun, ikincilerde olay birden hızlanabilir, hemen gel hastaneye, zaten muhtemelen seni geri döndürmeyiz dedi… İçimden hala diyorum ki eh günah benden gitti, ben emin değilim dedim ama çağırdınız beni doktor beyciğim : )

Arabadaki sancı geçince ofise girdim. Eda ve Erhan’a doğuruyor olabilirim, ama tam da emin değilim, doktor çağırdı dedim. İkisi de çok heyecanlandılar (9 ayı yakinen takip eden ikisine de buradan teşekkür edeyim, iyi çektiler beni, ben olsam bu kadar dayanır mıydım, bilemiyorum!), bense oturdum yazmam gereken birkaç faturayı yazdım. Sonra Erol’u aradım, toplantın filan yoksa gel de doktora gidelim diye. En büyük korkularımdan birisi İstanbul trafiğinde kar veya bir kaza nedeniyle sıkışıp yolda doğurmak zorunda kalmaktı. Neyse ki bu olmadı, güneşli bir Aralık gününde bomboş bir köprüden geçerek mucizevi bir şekilde 20 dakikadan az bir sürede Nişantaşı’ndaki hastaneye geldik.

Yolda sancılar yoklamaya devam etti. Doktorum beni NST denilen alete bağlayıp sancıları ölçtü. Varlar ama düzensizler, ama 1 cm açılma var, seni yatırıyorum bugün de bebeği doğuruyoruz demez mi! Sanki günü dolan o koca göbekli sancıları başlayan insan ben değilmişim gibi öyle şaşırdım ki doğumun başlıyor olabileceğine doktor test sonucunu görmese bana inanacak, yani doğurmadığıma.

Hastaneye giriş yaptık, ben de aile ve yakın arkadaşlara haber vermeye başladım. Sancılarım düzenli olmayınca biraz destek için eski dostum Pitocin devreye girdi. Ve sancılar bir anda tavan yaptı. Yalnız bu sefer de kantarın topu fazla kaçmış, öyle bir sancı giriyor ki nefesimi kesiyor. Cehalet deyin ne derseniz deyin, hemşireyi ikna edemeyince vallahi de pitocin’in serum tübünü parmaklarımla sıktım, ilaç gelmesin diye, yine olsa yine yaparım! Erol da devreye girdi, hemen google’da aramalarını yaptı, doktoru aradık, dozaj pazarlığı yaptık! Sonra geçen doğumda epidurali iki kez yaptırmak zorunda kaldığımdan muayene yaptırıp alabileceğim seviyeye geldiğimi öğrenince hemmen dedim getirin epiduralciyi (not: bağırıyorum tabi, tahmin etmişsinizdir). Anestezi uzmanı Mehmet Ali Bey odaya girdiğinde beni gelsin epiduralciii diye bağırırken duyunca koptu ve ‘sen yıllarca oku, doktor ol, uzman ol, gelsin hasta seni epiduralci diye çağırsın’ diye haklı ve bir o kadar bomba bir yorum yaptı. Dedim ki doktor bey, birazdan bu hastanede hatta bu dünyada en çok sevdiğim insan siz olacaksınız, ben normalde daha şeker bir insanım, bir yapın epidurali siz de göreceksiniz… Sonra da tüm ekibine cicili bicili bebek şekerleri vadederek epidurali yaptırdıım. Ama dedim ki ne olur koridorda bekleyin biraz, benim ilk doğumda tutmadı ilk yapıldığında, ben buna dayanamam ikinci kez.

Aslında Demir’i ben o en son aşamada 2 saat epiduralsiz bir şekilde normal doğurdum. Ama bu kez daha bir nazlıydım nedense. Yaştan mı ikinci çocuk olmasının verdiği bir yorgunluktan mı bilmiyorum, canım daha bir tatlıydı sanki.

Epidurali aldım, işler hızlı ilerledi, sonra beni doğumhaneye götüreceklerini söylediler. O halde beni başka bir yatağa geçirdiler. Biraz garibime gitti, Amerika’da aynı odada doğuruyorsun, sonra seni iki gece kalacağın odaya götürüyorlar. Buradaysa o odada başlıyorsun, doğumhaneye gidip bebek olunca odana geri geliyorsun.

Girdik doğumhaneye, baktım kocam yok meydanda. Eroool Erool bağırıyorum, inceden bir ses geliyor ‘buradayııım’ diye. Doktor haydi başlıyoruz diyor ben kocam nerdee diye bağırıyorum. Meğer onu girişte unutmuşlar, entari gibi bir önlükle girdi içeri, çok güldüm haline.

Doktorum dedi haydi hemen başlıyoruz, ben ilkinde bu son aşamayı iki saatte tamamlamıştım, sonucu da son dakikada sezaryenden dönen, ikinci denenen vakumla gelen 3.150g’lık bir bebek oldu. İkinci bebek büyük olursa gelmeyebilir demişti önceki doktorum da bu doktorum da… Ama işler öyle hızla ilerledi ki Emine Ebe’nin de verdiği fiziksel destek ile kızım 15 dakika içinde dünyaya geldi. hem de 3.930 g’lık bir bebek olarak, bildiğiniz top top nurtopu : ) Ben bu kez gerçekten epidural ile doğurdum, hatta yaptığım birkaç itme arasında uykum gelip esneyince Erol fenalaşıyorum zannedip panik bile olmuş : )

Rüyada gibiydim, ne kadar da kolay doğuvermişti benim tombik yanaklı ay parçam. Uzun bir süre kocamla bakışıp hayrete düştük, bu çocuk nasıl böyle kolaycacık doğdu diye. Hala da şaşırıyorum. Hep derlerdi, ikinci çocuk kolay doğar diye. Ama bu kadar da kolay olmasını beklemiyordum açıkçası. Defne’yi kucağıma aldım, ve o açamadığı Japon bebesi gözleriyle bana bakmaya çalışırken dedim ki: iyi ki doğurdum miniğim seni, hoşgeldin aramıza…




This post first appeared on GiriÅŸimci Anne, please read the originial post: here

Share the post

İstanbul’da bir ikinci doğum hikayesi

×

Subscribe to GiriÅŸimci Anne

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×