Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

İnsanlardan Tanrılara – 7

Yeterli ve çeşitli gıda, görece kısa çalışma saatleri ve bulaşıcı hastalıkların olmaması, pek çok uzmanın tarım öncesi avcı toplayıcı topluluklarını “ilk müreffeh toplumlar” olarak tanımlamasına sebep olmuştur. Yine de, bu eski insanların yaşamını idealize etmek hatalı olacaktır.

Tarım ve sanayi toplumlarındaki çoğu kişiden iyi yaşasalar da, yine de zor ve hata kabul etmeyen bir hayatları vardı. Zaman zaman açlık ve kıtlık çekiyorlardı, çocuk ölümleri yüksekti ve bugün küçük sayılabilecek bir kaza ölüm sebebi olabiliyordu. Çoğu kişi grubun yakın samimiyetini yaşıyordu, ama grubun düşmanca veya alaycı tavırlarına maruz kalan şanssızlar, muhtemelen çok sıkıntı çekiyorlardı. Modern avcı toplayıcılar, grubun hızına ayak uyduramayan yaşlı veya engelli kişileri genellikle terk ediyor, hatta bazen öldürebiliyorlardı. İstenmeyen bebekler ve çocuklar öldürülebiliyor, hatta bazen dinden ilham alarak insan katliamları bile gerçekleştiriyorlardı.

Paraguay’da 1960’lara kadar yaşamış olan Ache topluluğu, avcı toplayıcılığın karanlık yüzüne ilişkin bir fikir verir. Grubun değerli bir üyesi öldüğünde, Acheler gelenek olarak küçük bir kızı da öldürür ve ikisini birlikte gömerdi. Achelerle görüşme yapan antropologlar, bir defasında hastalanıp gruba ayak uyduramayan orta yaşlı bir adamın terkedildiğini kaydettiler. Adam bir ağacın altına bırakılmıştı, yukarıda lezzetli bir yemek bekleyen akbabalar vardı. Ama adam tekrar toparlanarak hızlı hızlı yürüyüp gruba katılmayı başardı. Vücudu akbabaların dışkılarıyla kaplanmıştı, dolayısıyla ona “Akbabalardan Düşenler” rumuzu verilmişti.

Bir Ache kadını grubun geri kalanına ayak bağı olmaya başladığında, genç erkeklerden biri onun arkasından sessizce yaklaşır ve kafasına baltayla vurarak onu öldürürdü. Bir Ache erkeği, antropologlara cangıldaki ilk yıllarını şöyle anlatır: “Adetlere göre kadınları öldürürdüm. Teyzelerimi öldürürdüm… Kadınlar benden korkardı… Şimdi burada beyazlarla birlikte zayıf birisi oldum.” Saçsız doğan bebekler azgelişmiş kabul edilir ve hemen öldürülürdü. Kadınlardan biri, kabiledeki diğer erkekler başka bir kız çocuğu istemediği için ilk kızının öldürüldüğünü hatırlıyor. Bir adam, küçük bir erkek çocuğunu “Ağladığı ve mutlu olmadığı” için öldürmüştü. Bir başka çocuk da “komik görünüşlü olduğu ve diğer çocuklar ona güldüğü” için canlı canlı gömülmüştü.

Fakat Ache toplumunu yargılamakta aceleci davranmamalıyız. Onların arasında yıllarca yaşayan antropologların aktardığına göre yetişkinler arası şiddet son derece nadirdir. Kadınlar da erkekler de istedikleri zaman eş değiştirebilirler. Daima gülümser ve gülerler, liderlik hiyerarşisi yoktur ve hükmetmeye çalışan insanlardan kaçınırlar. Az sayıdaki eşyaları konusunda son derece cömerttirler ve başarı, zenginlik gibi takıntıları yoktur. Hayatta en çok değer verdikleri şey iyi arkadaşlıklar ve iyi sosyal ilişkilerdir. Çocukların, hastaların ve yaşlıların öldürülmesini, bugün pek çok kişinin kürtaj ve ötenaziyi gördüğü gibi görüyorlardı. Ayrıca Achelerin, Paraguaylı çiftçiler tarafından kovalanıp öldürüldüğünü de unutmamak gerekir. Achelerin gruba ayak bağı olanlara karşı tavizsiz ve sert bir tutum geliştirmesinde, muhtemelen düşmanlarından sürekli kaçma zorunluluğu etkili olmuştur.

Sonuç olarak Ache toplumu da tüm insan toplulukları gibi oldukça karmaşıktır. Yüzeysel bilgi ve tahminlerle belli bir grubu şeytanlaştırmanın veya idealize etmenin tehlikelerine karşı dikkatli olmalıyız. Acheler ne melekti ne de şeytan. Eski avcı toplayıcılar gibi onlar da sadece insandı

Avcı toplayıcılar bu el izlerini dokuz bin yıl önce Arjantin’de, “Eller Mağarası”nda yaptılar. Sanki bu çok uzun süre önce ölmüş eller kayalardan çıkarak bize ulaşmaya çalışıyor.

Konuşan Hayaletler

Eski avcı toplayıcıların ruhani ve zihinsel yaşantıları hakkında ne söyleyebiliriz? Avcı toplayıcı dönemi ekonomisinin temelleri birtakım nesnel ve ölçülebilir etkenlere dayanarak yeniden oluşturulabilir. Örneğin, bir insanın hayatta kalabilmek için günde kaç kaloriye ihtiyaç duyduğunu, bir kilogram cevizden kaç kalori elde edilebileceğini ve bir kilometrekarelik bir ormandan ne kadar ceviz elde edilebileceğini hesaplayabiliriz. Bu verilerle de cevizin onların beslenmesindeki yerini aşağı yukarı tahmin edebiliriz.

Ama onlar cevizi sıradan bir gıda mı yoksa bir lüks olarak mı görüyordu? Ceviz ağaçlarında ruhların yaşadığına mı inanıyorlardı? Ceviz ağacı yapraklarını güzel mi buluyorlardı? Eğer bir avcı toplayıcı erkeği bir avcı toplayıcı kızını romantik bir yere götürmek istiyorsa ceviz ağacının altı bunun için uygun muydu? Düşünceler, inançlar ve duygular dünyasını anlamak çok daha zordur.

Çoğu araştırmacı, animist inançların eski avcı toplayıcılarda yaygın olduğu konusunda birleşir. Animizm (Latince ruh anlamına gelen “anima“dan) temel olarak her yerin, her hayvanın, her bitkinin ve her doğa olayının farkındalığı ve hisleri olduğuna ve insanlarla doğrudan iletişim kurabildiği fikrine dayanır. Bu yüzden animistler tepenin üstündeki büyük kayanın da arzuları ve ihtiyaçları olduğuna inanabilir. Kaya, insanların yaptığı bir şeye kızabilir veya başka bir hareketlerine sevinebilir, insanlara tembihte bulunabilir veya onlardan iyilik isteyebilir. Bu arada insanlar da kayaya hitap edebilir, onu yatıştırabilir veya tehdit edebilir. Sadece kaya değil, aynı zamanda tepenin eteklerindeki meşe ağacı, tepenin aşağısında akan dere, ormanın ortasındaki su pınarı, etrafında büyüyen çalılar, o pınara giden patika, oradan su içen fareler, kurtlar ve kargalar da ruhu olan yaratıklardır. Animist dünyada, ruhu olan varlıklar sadece nesneler ve canlı şeyler değildir. Bir de fiziksel olmayan varlıklar vardır. Bugün bizim şeytanlar, melekler ve periler olarak adlandırdığımız ölülerin ruhları, dost canlısı veya kötü niyetli varlıklar.

Animistler insanlarla diğer varlıklar arasında sınır olmadığına inanır. Onlara göre bu varlıkların hepsi konuşma, şarkı söyleme, dans ve tören aracılığıyla iletişim kurabilir. Bir avcı, geyik sürüsüne seslenerek aralarından birinin kendini kurban etmesini, eğer av başarılı olursa da ölü hayvandan kendisini affetmesini isteyebilir. Birisi hastalandığında şamanlardan biri hastalığa sebep olan ruhla iletişim kurarak onu korkutmaya veya yatıştırmaya çalışabilir. Eğer gerekirse şaman diğer ruhlardan yardım isteyebilir. Bütün bu iletişim eylemlerini belirleyen şeyse hitap edilen nesnelerin yerel olmasıdır. Bunlar evrensel tanrılar değil, daha ziyade orada bulunan belirli bir ağaç, geyik, dere veya hayaletlerdir.

İnsanlarla diğer varlıklar arasında bir sınır olmadığı gibi belirli bir hiyerarşi de yoktu. İnsan dışı varlıklar sadece insanın ihtiyacını gidermek için değillerdi. Dünyayı istedikleri gibi yöneten sonsuz güç sahibi tanrılar da yoktu. Dünya insanların veya başka herhangi bir canlı varlığın etrafında dönmüyordu.

Animizm belirli bir din değildir. Birbirinden çok farklı binlerce din, kült ve inanç için ortak bir tanımdır. Bunların hepsini “animist” yapan şey dünyaya ve insanın dünyadaki yerine karşı ortak yaklaşımlarıdır. Eski avcı toplayıcıların muhtemelen animist olduğunu söylemek modern öncesi tarım toplumlarının muhtemelen teist olduğunu söylemek gibidir. Teizm (Yunanca tanrı anlamında “theos“tan), evrensel düzenin insanlar ve ruhani varlık olan tanrılar arasındaki hiyerarşik ilişki üzerine kurulu olduğuna inanır. Modern öncesi tarım toplumlarının teist olmaya meyilli oldukları doğrudur, ama bu tüm detayları öğrenmemiz için yeterli değildir.

Genel “teist” tanımı, 18. yüzyıl Polonyasının Yahudi hahamlarını, 17. yüzyıl Massachusetts’inin cadı yakan Püritenlerini, 15. yüzyıl Meksika’sının Aztek rahiplerini, 12. yüzyıl İran’ının Sufi düşünürlerini, 10. yüzyıl Türk savaşçılarını, 2. yüzyıl Roma lejyonerlerini ve 1. yüzyıl Çin bürokratlarını kapsar. Bunların her biri, diğerlerinin inançlarını ve ibadetlerini tuhaf ve kafirce bulur. “Animist” grupların inançlarının ve ibadetlerinin arasındaki farklar da muhtemelen bu derece büyüktü. Onların dini deneyimleri de karşıtlıklar, reformlar ve devrimlerle dolu ve inişli çıkışlıydı.

Bu temkinli genellemelerden daha ileri gidemeyiz. Arkaik ruhaniliğin özelliklerini tasvir etmek için girişilecek her çaba çok spekülatif olacaktır, çünkü elimizde neredeyse hiç kanıt yok ve olanlar da (bir avuç eşya ve mağara resimleri) binlerce değişik şekilde yorumlanabilir. Avcı toplayıcıların nasıl hissettiklerini bildiğini iddia eden akademisyenlerin teorileri, Taş Devri dinlerinden ziyade, bu kişilerin kendi önyargılarına ışık tutar.

Lascauy Mağarası’ndan bir resim. Yaklaşık 15-20 bin yıl önce. Tam olarak ne görüyoruz ve resim ne anlama geliyor? Bazıları burada kuş başlı ve penisi ereksiyon halinde bir adamın bir bizon tarafından öldürüldüğünü öne sürüyor. Adamın yanında ölüm anında vücuttan ayrılan ruhu sembolize ettiği düşünülen bir başka kuş var. Eğer böyleyse resim sıradan bir av kazasını değil, bu dünyadan öteki dünyaya geçişi betimliyor demektir. Fakat bizim bu spekülasyonlardan hangisinin doğru olduğunu bilme şansımız yok. Bu daha ziyade, günümüz akademisyenlerinin ön kabullerini ortaya seren bir Rorschach testidir, ve eski toplayıcıların inançları hakkında bir şey söylemez

Küçük bir tepe sayılabilecek mezar kalıntılarının, mağara resimlerinin ve kemik heykelciklerin üzerine koca teoriler inşa etmek yerine, samimi olup eski avcı toplayıcılarının inançları üzerine son derece belirsiz bir kavrayışımız olduğunu itiraf etmek gerekir. Onların animist olduğunu varsayıyoruz ama bu da yeterince bilgilendirici değil. Hangi ruhlara dua ettiklerini, ne tür törenler düzenlediklerini, neleri tabu kabul ettiklerini bilmiyoruz. Hepsinden önemlisi, hangi hikayeleri anlattıklarını bilmiyoruz. Bu, insanlık tarihiyle ilgili kavrayışımızdaki en büyük eksikliklerden biridir.

Avcı toplayıcıların sosyopolitik dünyası da neredeyse hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir alan. Yukarıda açıklandığı gibi, akademisyenler özel mülkiyetin varlığı, çekirdek aileler ve tek eşli ilişkiler gibi en temel konularda bile anlaşamıyor. Farklı grupların farklı yapılar oluşturmuş olması çok muhtemel. Bazıları hiyerarşik, yoğun ve en vahşi şempanze grubu gibi şiddete meyilli iken, diğerlerinin bir grup bonobo gibi rahat, barışçıl ve şehvet düşkünü olmaları muhtemeldir.

Arkeologlar 1955’te Rusya’daki Sungir’de bir mamut avcısı kültürüne ait 33 bin yıllık bir gömü alanı keşfettiler. Mezarlardan birinde, etrafında yaklaşık üç bin mamut dişinden yapılmış taşla çevrili ve boncuklarla kaplı elli yıllık bir adam iskeleti buldular. Adamın kafasında tilki dişleriyle süslenmiş bir şapka ve bileklerinde yirmi beş fildişi bilezik vardı. Oysa aynı alandaki diğer mezarlarda çok daha az eşya bulunuyordu. Buradan yola çıkan araştırmacılar, Sungir mamut avcılarının hiyerarşik bir toplumda yaşadığını ve ölü adamın belki de grubun veya pek çok gruptan oluşan bir kabilenin lideri olduğu sonucuna vardılar, çünkü birkaç düzine grup üyesinin bu kadar çok eşyayı üretmiş olması olağandışıdır.

Arkeologlar bundan daha ilginç bir mezar da keşfettiler. Mezarın içinde kafa kafaya gömülmüş iki iskelet vardı. Biri 12-13 yaşlarında bir erkek çocuğuna, diğeriyse 9-10 yaşlarında bir kız çocuğuna aitti. Erkek çocuk beş bin fildişi boncukla kaplıydı. Tilki dişinden bir şapka ve 250 tilki dişinden bir kemeri vardı (bu miktarı elde edebilmek için en az 60 tilkinin dişlerinin çekilmiş olması gerekiyordu). Kız çocuğu 5.250 fildişi boncukla kaplıydı. İki çocuk da küçük heykelciklerle ve pek çok fildişi nesneyle çevriliydi. Yetenekli bir oymacı tek bir fildişi boncuk için aşağı yukarı 45 dakikaya ihtiyaç duyuyordu. Diğer bir deyişle, iki çocuğu kaplayan 10 bin boncuk yapmak için, diğer eşyaları saymazsak bile, deneyimli bir zanaatkarın 7.500 saat, yani üç yıldan fazla çalışması lazımdı.

Sungir çocuklarının bu kadar genç yaşta kendilerini lider veya mamut avcısı olarak kanıtlamış olmaları çok düşük bir ihtimaldir. Sadece kültürel inançlar, onların neden bu kadar gösterişli bir şekilde gömüldüğünü açıklayabilir. Teorilerden biri, konumlarını ailelerinden aldığını ileri sürer. Belki de bu çocuklar liderin çocuklarıydı ve kültürleri aile karizmasına veya katı halef olma kurallarına dayanıyordu. İkinci bir teoriye göre, çocuklar daha doğumlarında uzun süre önce ölmüş bazı ruhların dirilişi olarak görüldüler. Üçüncü bir teori de çocukların gömülüşünün hayattaki statülerinden ziyade, onların nasıl öldüğünü yansıttığını ileri sürer. Bu teoriye göre bu iki çocuk törenle kurban edilmiş (belki de liderin gömülme törenlerinin parçası olarak) ve şatafatlı bir törenle gömülmüşlerdir.

Doğru cevap ne olursa olsun, Sungir çocukları 30 bin yıl önce yaşayan Sapienslerin, DNA’mızın gerektirdiğinin ve diğer insan ve hayvan türlerinin davranış örüntülerinin çok ötesinde sosyopolitik kodlar icat edebildiğini kanıtlamaktadır.

Savaşmı Barışmı?

Sonuç olarak, avcı toplayıcı toplumlarda savaşın rolünün ne olduğuna dair bir mesele de mevcuttur. Bazı araştırmacılar eski avcı toplayıcı toplulukları barışçıl olarak hayal ederlerken, savaş ve şiddetin de ancak Tarım Devrimi’nden, insanlar özel mülkiyet edinmeye başladıktan sonra ortaya çıktığını iddia ederler. Diğer araştırmacılar ise eski avcı toplayıcı yaşantısının olağanüstü zalim ve şiddet içerdiğini öne sürerler. Her iki düşünce de gerçeğe, zayıf arkeolojik kalıntılarla ve günümüz avcı toplayıcılarının antropolojik gözlemleriyle bağlıdır; adeta gökyüzüne inşa edilmiş şatolardır.

Antropolojik bulgular merak uyandırıcı fakat sorunludur. Günümüzde avcı toplayıcılar genellikle Kuzey Kutbu civarı ve Kalahari Çölü gibi izole ve yerleşime uygun olmayan bölgelerde yaşamaktadır ve buralarda nüfus yoğunluğu düşük olduğundan diğer insanlarla savaşma ihtimalleri de çok düşüktür. Ayrıca avcı toplayıcılar son zamanlarda modern devletlerin otoritesi altına girdiklerinden büyük çaplı çatışmalar da önlenmiştir. Avrupalı araştırmacılar, büyük ve yoğun nüfuslu ve bağımsız yaşayan avcı toplayıcıları, yalnızca iki kez gözlemleme şansı buldular. Bunlardan birincisi 19. yüzyılda Kuzey Amerika’nın kuzeybatısında, İkincisiyse 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başında kuzey Avustralya’daydı. Hem Amerikan yerlilerinde hem de Avustralyalı Aborjinlerde sık sık silahlı çatışma olduğu gözlemlendi. Yine de, bunun zamandan bağımsız bir olgu mu, yoksa Avrupa emperyalizminin bir sonucu mu olduğu tartışmalı bir konudur.

Arkeolojik bulgular hem az hem de netlikten uzaktır. On binlerce yıl önce gerçekleşmiş bir savaştan günümüze hangi ufuk açıcı kanıtlar kalabilir ki? Üstelik o zamanlar istihkam duvarları ve kaleler yoktu, toplar, top mermileri, hatta kılıç ve kalkan bile yoktu. Eski bir mızrak ucu, savaşta da kullanılmış olabilirdi avcılıkta da. Fosilleşmiş insan kemikleri de olup biteni anlamak açısından aynı derecede zorluk çıkarır. Kemikteki bir kırık, bir savaşın izlerini gösteriyor olabileceği gibi bir kazayı da gösteriyor olabilir, ayrıca kemikte kırıklar ve kesikler olmaması birinin vahşice öldürülmediğini kanıtlamaz.

Ölüm, kemikte iz bırakmayan yumuşak dokuların zedelenmesiyle gerçekleşmiş olabilir. Bundan daha da önemlisi, sanayi dönemi öncesi savaşlarda ölenlerin yüzde 90’ından fazlası silahlardan ziyade açlık, soğuk ve hastalıklardan ölüyordu. 30 bin yıl önce bir kabilenin komşu kabileyi yenerek onu avlanma sahasından kovduğunu hayal edin. Farz edin ki, son savaşta yenilen kabilenin 10 üyesi öldürüldü, bir sonraki yıl da aynı kabilenin 100 üyesi açlık, soğuk ve hastalıklardan öldü. Bu 110 iskeleti ortaya çıkaran arkeologlar, bütün bu ölülerin doğal bir felakete kurban gittiği yönünde kolaycı bir çıkarım yapabilirler. Bu kişilerin hepsinin acımasız bir savaşa kurban gittiğini nasıl bilebiliriz?

Arkeolojik bulgulara dikkatli bir şekilde yakından bakabiliriz. Portekiz’de Tarım Dönemi’nin hemen öncesinden kalma 400 iskelet üzerinde yapılan bir araştırmada, iskeletlerden sadece ikisinde açık şiddet izleri tespit edildi. Aynı dönemden kalma İsrail’deki 400 iskelet üzerinde yapılan araştırmada ise yalnızca birinin kafatasında insan şiddeti kanıtı olabilecek bir çatlak tespit edildi. Üçüncü bir araştırma da Tuna Vadisi’nde yer alan tarım öncesi yerleşimlerde yine 400 iskelet üzerinde yapıldı ve 18 iskelette şiddet izi tespit edildi. 400 iskelette on sekiz kulağa az gibi gelebilir, ama aslında bu oldukça yüksek bir orandır. Eğer gerçekten 18’i şiddet sebebiyle öldüyse, bu demektir ki Tuna Vadisi’ndeki ölümlerin yüzde 4,5’i insan şiddeti kaynaklıdır. Savaşlar ve cinayetleri de katarsak, bugün dünya ortalaması yalnızca yüzde 1,5’dir. 20. yüzyıl boyunca ölümlerin yalnızca yüzde 5’i insan şiddetinden kaynaklanmıştır. Üstelik bu, tarihteki en geniş çaplı soykırımların ve en kanlı savaşların gerçekleştiği yüzyıldır. Eğer bu keşif gerçekse, eski Tuna Vadisi 20. yüzyıl kadar vahşi demektir.

Tuna Vadisi’ndeki umut kırıcı keşifler, diğer yörelerdeki benzer derecede umut kırıcı bulgularla da desteklenmektedir. Sudan’da yer alan Jabl Sahaba’da, 59 iskeletin bulunduğu 12 bin yıllık bir mezarlık keşfedildi. Toplam iskeletlerin yüzde 40’ına tekabül eden 24 iskeletin yanında oklar ve mızrak uçları bulundu. Kadınlardan birinin iskeleti, on iki ayrı yara izine sahipti. Bavyera’daki Ofnet Mağarası’nda arkeologlar iki çukura atılmış, çoğu kadın ve çocuk toplam 38 avcı toplayıcının kalıntılarını buldular. Çocuklar ve bebekler de dahil, iskeletlerin yarısında insan eliyle yapılmış olduğu belli sopa ve bıçak izleri bulunuyordu. Yetişkin erkeklere ait birkaç iskelet de ağır şiddet izleri taşıyordu. Muhtemelen, Ofnet’te bir avcı toplayıcı grubun tamamı katledilmişti.

Hangisi eski avcı toplayıcıların dünyasını daha iyi özetler: İsrail ve Portekiz’deki şiddet izi olmayan iskeletler mi, yoksa Jabl Sahaba ve Ofnet’teki mezbahalar mı? Cevap, hiçbiri. Avcı toplayıcılar nasıl çok değişik dinler ve toplumsal yapılar inşa ettilerse, muhtemelen aynı şekilde çok değişik seviyelerde şiddet uyguluyorlardı. Bazı bölgeler, belli dönemlerde barış ve sükunet içinde yaşadıysa da, son derece şiddetli çatışmalara sahne olanlar da olmuştu.


46Devam Edecek..

Share the post

İnsanlardan Tanrılara – 7

×

Subscribe to Horozz.net – ♔ ♕ ♖ ♗ ♘ ♙ ♚ ♛ ♜ ♝ ♞ ♟

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×