Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

KiÅŸisel GeliÅŸim mi, GeliÅŸsel KiÅŸiÅŸim mi?



Acele edin canlar, dost meclisini açıyorum! Bugünkü konumuza başlamadan önce bloğumuzun, gelenekselleşmiş konuya giriş sayıklamaları sebebiyle bu kardeşinizin düşmek üzere olan çenesini sizlere gururla takdim etmek istiyorum :) Okullarda öğretilen "giriş, gelişme, sonuç" üçlüsünün kurbanları olarak eminim ki hepimiz ilk bölümü kavgasız, gürültüsüz ve homurtusuz bir şekilde aşmak derdindeyiz. Îtiraf edeyim, her videonun başında "Kanalıma hoş geldiniz..." diyen Youtuber'lere o an elimden gelse "Hadi şimdi de güle güle" diyecek kadar sıkılıyorum bu giriş muhabbetlerinden. Bilenler bilir, bloğumun daha ilk yazısında bahsetmiştim bu konudan. Fakat yazmaya başladığım zaman -her ne kadar yazmayı çok seviyor olsam da- lâfa nasıl gireceğimi şaşırıyorum bazen. Bu sebepten, Youtuber'lerden bir parça özür dilemem yerinde olacak sanırım; ama sadece bir parça, fazlası değil :) Yukarıda bahsettiğim yazımı kaçıranlar için:

Yazmaya Nasıl Karar Verdim?

Bugüne gelecek olursak... Aslında yazmak istediğim konuları incelediğimde gündemin gâyet yoğun olduğunu fark ettim; fakat bundan önceki birkaç yazımda boyumu aşacak ölçüde mühim meselelerden bahsettiğim için toplumsal konulara en azından bir yazı kadar ara vermek istedim. Anlayacağınız bugün sataşacağım kimse yok, tuttuğunuz nefesleri geri salabilirsiniz :) Aslına bakarsanız bahsettiğim "mühim" meselelerdeki öncelik sırasının kişiden kişiye değiştiğinin de farkındayım. Meselâ, yurdum insanını gözlemlerken en mühim konunun -maalesef- siyâset olduğunu görüyorum. Ama yine de haksızlık etmek istemem; ekonomi, futbol, karşı komşunun gelini, patlıcandan kurabiye yapılıp yapılamayacağı ve eniştenin yeni aldığı araba ile çorabının renginin uyumlu olup olmadığı gibi konularda da milletimiz ihtisas yapmış durumda. Bana gelince... Benim gibi "şikâyet" kavramının ete kemiğe bürünmüş hâli gibi gezen, karşılaştığı her şeye burnunun üzerindeki kırışıklık ile muâmele etmeye alışmış gayr-i memnun bir oluşum için "mühim" algısının farklılaşabileceğini takdir edersiniz elbette. Yine de hayatına değer katmaya ve sistem tarafından bizlere dayatılan sığlığa karşı gelmeye çalışan, "kişisel gelişim" kavramının sadece dış görünüşten ibâret olmadığının farkında olan insanlarımızın sayısının da azımsanayamayacak seviyede olduğunu düşünüyorum. Tabi burada kişisel gelişimden ne anladığımızı da sorgulamamız lâzım. Öncelikle, kişisel gelişim deyince aklımıza şunlar gibi pazar kitapları ve videoları gelmeye başlıyorsa "Eyvahlar olsun Ali Rıza Bey, ağzımızın tadı bozuldu!" demektir:

  • İş Hayatında Başarılı Olmanın 5 Yolu!
  • 10 Maddede Kendinize Güvenmeyi Öğrenin!
  • 1 Aşamada Kendinizi Koyuverin!



Ben Bi' Koşu Kişisel Gelişip Geliyorum!

Günümüzde hangi kavram kaldı içi boşaltılmayan ve istismar edilmeyen? Gelişmek ve hayata değer katmak kitaplardan aldığımız 10 aşamalık gazlarla mümkün mü sizce? Kitabın kapağını kapattıktan sonraki yarım gün boyunca yüzümüzdeki Erol Evgin gülümsemesiyle yepyeni bir hayata başlayacağımızı zannederken, ertesi gün bizi görenler "Tutmayın küçük enişteyi, salıverin gitsin!" diyorlarsa eğer, hatayı nerede yaptık dersiniz? Cevâbı basit: Bizler, asansörün düğmesine bastıktan sonra bile, bulunduğumuz kata ulaşmasını beklerken sabırsızlıktan ve aceleden olduğumuz yerde sallanan ve volta atan zamâne insanları olarak paket hâlinde sunulmuş "5 aşama" ile gelişmek istediğimiz için bugün somurtkan şirin şeklinde geziyoruz. Hem "şirin" dediğime bakmayın, lâfın gelişi o... Misal, şu anda benim yüzümü görenin işi kırk yıl rast gitmeyebilir :) :)


Bizler, yaşadığımız dönemde hap haline getirilmiş ve hızlandırılmış programlarla kendimizde değişiklik olmasını bekleyedururken, eski zamanlarda insanların ne yaptıklarını bir hatırlayalım... Eskiden bir sanat, zanâat ya da ilim öğrenmek koca bir ömür sürermiş ve bu yolda edindikleri tecrübelermiş biraz da insanların hayatına değer katan. Yıllarca meşgûliyetiyle hemhâl olmuş, sabır ve sebat ile tecrübe kazanmış o insanlar, neredeyse yaşlandıklarında "usta, üstâd ve ârif" gibi sıfatları ancak kazanırlarken, bizler 20-30'lu yaşlarımızda her şeye vâkıf olduğumuzu sandığımız ve başarmak için 5 tane hızlandırılmış yol bulmaya çalıştığımız için bocalıyoruz. Hazır konumuz sabır ve sebâta gelmişken kendi hayatımdan bir örnekle anlatmak istediklerimi daha iyi ifade edebileceğimi düşündüğüm için, sizlere birkaç sene önce hayatıma giren ve henüz çıraklık aşamasında bulunduğum katı' sanatından bahsetmek istiyorum.

Nedir Bu Katı' Sanatı?

TR Dergisi, Sanatın En Zarif Hâli: Katı' isimli yazısında bu sanatı ülkemize yeniden kazandıran Süheyl ÜNVER'i de hatırlatarak şöyle bir tanım paylaşmış:
"Sanat tarihçisi Celal Arseven katı’ sanatını, Sanat Ansiklopedisi adlı eserinde çok güzel tanımlıyor, 'Katı’ bir kâğıt veya deri üzerindeki yazı veya motifleri keskin bıçaklarla kesip çıkartarak, içi oyulmuş parçayı ve içinden çıkartılan parçayı ayrı ayrı başka bir kâğıt, deri veya cam üzerine yapıştırmak suretiyle meydana getirilen işler.' olarak tanımlıyor. Katı’ sanatının kültürümüzde görülen ilk örnekleri 15. yüzyılın sonlarında, Osmanlı İmparatorluğu döneminde oluyor"1 

Katı' Sanatına Nasıl Başladım? 

Bir gün, Instagram üzerinde katı' sanatı icrâ edilirken çekilen bir video ile karşılaştım. Öylesine detaylı, estetik ve zarif bir işlemdi ki etkilenmemek elde değildi. Merakla araştırmaya koyuldum ve Facebook üzerinde katı' ile ilgilenen insanların bulunduğu bir gruba katıldım. Tam da "Şu ne, bu ne, o ne?" gibisinden türlü sorularla milleti bezdirmeye başlayacaktım ki aralarından bir kişi gönüllü olup bildiklerini bana öğretmeye çalışarak kendini fedâ etti ve insanlığı benim elimden kurtarmış oldu :) Îtiraf ediyorum: Bana kalsa yıllarca başlayamazdım. İçimdeki, değişiklikten ve yenilikten korkan; ayaklarını uzatarak sessiz, sâkin ve huzurlu bir sayıklama içinde yaşamak isteyen, bir şeyler için heyecanlanan ama onları gerçekleştirmek için de türlü düşüncelerle boğuşurken bir ömür uyuklayan Oblomov'dan dolayı değil bu erteleme. (Hııı, tabi tabi) Yani belki onun da payı vardır ama asıl sebebim, "başlamak için en iyi zamanı seçmek" açısından şartların olgunlaşmasını beklemekti... Ayrıca kaliteli bisturi (kretuar) ve süslü kâğıtların yokluğundan başlayıp katı' hakkında yeterince eğitim videosu seyretmediğim için âşinâlık kazanamadığıma kadar türlü türlü bahâneler ürettim, yalan değil. Tüm bunlara rağmen en ucuz bisturi ve bildiğimiz a4 fotokopi kâğıdı ile başlamam için ısrâr eden ve bir adım atmak için en uygun zamanın "o an" olduğunu öğreten de yukarıda bahsettiğim kişidir. İlginçtir, bugün hâlâ süslü ve kaliteli kâğıdım yok. Hâlâ en ucuz bisturiyi kullanıyorum. Belki inanmayacaksınız ama, eksikliğini de duymadım. Çünkü yolun daha çok başındayım... Hem ayrıca, günlerce emek vererek tamamladığınız çalışmanızı, basit bir a4 kâğıttan yapılmış olsa bile, yüz tane kaliteli kâğıda değişebilir misiniz?

Oblomov - Ivan Gonçarov (Fotoğraf-a) 2


Katı' sanatı mâcerâmın başlangıcını tüm samîmiyetimle anlattım sizlere. Şimdi düşünelim: Yukarıda bahsettiğim sabır ve sebat ile yıllarca emek vermek, öğrenmek ve tecrübe kazanmak, öğrenirken elinize ve zihninize işlevsellik ve kibarlık kazandırmak, estetik ve güzel bir meşgûliyet ile zihne gelebilecek kötülüklerden bir nebze uzak durmak, keyifli bir işle ilgilenmek sûretiyle âdeta terapi almış gibi rahatlık duymak ve çalışmanın sonunda çıkan o güzel eseri "ben yaptım" duygusu... İşte bunlardır kişisel gelişimin ve hayata katılan değerin aşamaları... Bütün bu sabrı ve sebatı ilimde ve hayatta gösterdiğimiz zaman nelerin değişebileceğini bir düşünelim... Başarmak, değer katmak ve kendimize güvenmek için sektörün kitapları ve hızlandırılmış programlar değil ihtiyacımız olan.

Sözlerimin sonuna yaklaşırken; ısrarlarıyla beni yüreklendirerek Oblomov'un felsefesini çürüten, sanatın birçok dalı ile ilgilenen ve bildiklerini bana da öğreten, çalışmalarımı merakla kontrol eden ve tüm bunlara rağmen "hoca" sıfatını asla kabul etmeyen Sayit KARABULUT'un birkaç eserini sizlerle paylaşmayı ve "hocalık" konusundaki karârı sizlere bırakmayı uygun buluyorum:

Sayit KARABULUT Arşivi (Fotoğraf-b) 3


Ek bilgi olarak: Topkapı Sarayı Eski Müdürü, Tarihçi Filiz ÇAĞMAN'ın Kat'ı: Osmanlı Dünyasında Kağıt Oyma Sanatı ve Sanatçıları isimli kitabında da Sayit KARABULUT'un ismine rastlamak mümkün. İlgili kitabımız ülkemiz ile yurt dışındaki sergilerde ve özel koleksiyonlarda yer alan seçme eserleri bir araya getirmiş en kapsamlı çalışma bu alanda. Kitabı uzaktan incelemek isteyenler için yazımın kaynak bölümünde bağlantı mevcut. "Uzaktan" diyorum, zîra ikinci el nüshaların fiyatı el yakacak türden...

Filiz ÇAĞMAN - Kat'ı - Osmanlı Dünyasında Kağıt Oyma Sanatı ve Sanatçıları 4

Bizim "kişisel gelişim" kavramımıza karşılık, sektörün paraya dönüştürdüğü "gelişsel kişişim" acâyipliğine kafa yorduk bugün. Ayrıca öğrenmeye verdiğimiz emekle doğru orantılı olarak kişiliğimize ve gelişimimize sağladığımız katkıları ucundan, köşesinden yorumlamaya çalıştık. Güya sataşacağım kimsecikler yoktu bu defa ama durduramıyorum efendim kendimi, Don Kişot dürtüyor devamlı :) Son olarak, yukarıda gördüğünüz güzel çalışmalardan sonra Cin Ali'den hallice duran kendi çalışmalarımı da -nâçizâne- en alta ekledim. Sakın gülmeyin, döverim :) Yeni çalışmalar yaptıkça bu yazıyı da güncelleyerek çalışmalarımı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.

Siz de yorumlarınızda emek verdiğiniz ve kişiliğinize değer kattığını düşündüğünüz meşgûliyetlerinizden bahsedebilirsiniz...

Güzelliklerle kalın...

Neslihan NESLİDEĞİL'in Deneme Çalışmaları (Fotoğraf-c) 5


Read more »


This post first appeared on Kafa Kimin? Kafa Benim!, please read the originial post: here

Share the post

KiÅŸisel GeliÅŸim mi, GeliÅŸsel KiÅŸiÅŸim mi?

×

Subscribe to Kafa Kimin? Kafa Benim!

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×