Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

MeToo Hareketi Neydi? Neye Dönüştü?

MeToo Hareketi Neydi? Neye Dönüştü?

2017 yılının sonlarında birkaç kadın, maruz kaldıkları cinsel saldırıların açıklamalarını Sosyal medyada paylaştı. Diğerleri sadece hashtag olacak tüyler ürpertici bir çift kelime yazdı: #MeToo (Ben de!) Pek çok kişi bu akıma katıldı ve özlü sözler yazdı bu hashtag kampanyasına ve on binlerce kişinin dayanışma alanı Olarak bu hareket gündemde yerini aldı. İlk üç hafta boyunca, “ben de” yazan kadınlar da dahil olmak üzere, kendiliğinden oluşan bu duygu ve düşünce patlamasının doğası hakkında genel bir belirsizlik vardı. Ancak haftalar geçtikçe, bir değil üç farklı #MeToo yaklaşımı olduğu giderek daha belirgin bir hale geldi.

Gazeteciler ve haber yayınlarının birçok izleyicisi için #MeToo hareketi, uyguladıkları cinsel şiddet eylemlerini gizlemek ve ve bu şiddete maruz kalan kurbanları susturmak için tüm güçlerini kullanan (ve ortaya çıkmaması için, eylemlerini araştıran savcıları ve gazetecileri bile susturmayı hedefleyen ve hatta başaran) etkili figürleri ifşa etme çabasıydı. Bu kadınların, “ben de” diyerek duyurdukları kişiler çoğunlukla eğlence endüstrisindendi ve bu nedenle ilk birkaç ayında Me Too Hareketi çoğu insan için “ünlülerin cinsel entrikalarının ifşa edildiği bir akımdı. Aynı zamanda burada “klasik feminizm” olarak nitelendireceğim akıma inananlar ve benim de dahil olduğum hümanizme inananlar arasında, ünlüler etrafında başlayan bu spontane tepkinin, zaman içinde evrimleşerek, anonim şiddete maruz kalan insanlara da ulaşacağı umudu vardı. Bir şirket müdürü, bir devlet kurumundaki bürokrat, sıradan kadınlara şiddetle saldıran ve güçlerini eylemlerini gizlemek, cezadan kaçmak ve diğer kadınlara zarar vermeye devam etmek için kullanan bir firma ortağı da bu harekette ifşa edilebilir, cezalandırılabilirdi. Klasik feminizm ve hümanist yaklaşımın gözünde Me Too Hareketi, hiçbir zaman sadece ünlülerle ilgili değildi, aksine toplumun her kesiminden yasalarda suç olarak tanımlanan eylemlere maruz kalanlara cesaret vermek, onların utanç ve korkularını yok etmek ve yasal yaptırımların gerçekleştirilmesi için kamuoyu baskısı uygulamaktı. Özetle önemli olan, suçluları cezalandırmak ve suça meyilli olanları caydırmaktı. Ancak Me Too Hareketi, “skandallar” elitizminde kalmasından dolayı, klasik feminizm ve hümanizmin gördüğü bu iki anlamın yanı sıra, daha ilk günlerden itibaren üçüncü bir anlam geliştirdiği sonucu ile karşı karşıyayız. Bu, Me Too Akımının ne tür bir gemi olduğuna ve neyi başarması gerektiğine dair tamamen farklı bir anlayışı içermekteydi. Kısa bir süre sonra, bu üçüncü his, bugün hepimizin “ben de” kelimesiyle ilişkilendirdiği olgu haline gelecekti.

Feminizmde o zamanlar son derece küçük olan belirli bir fraksiyon için Me Too, en başından beri kadınlığı, erkekliği, cinselliği ve “insanlığı” yeniden tanımlayan algıları uygulamak için bir araçtı ve insanlığı bir hümanistliğe getirme hedefinde değildi. Onların görüşlerine göre Me Too, şiddete uğrayan kadınları desteklemek, yasal süreçlerin hızlanmasına destek olmak konularına olanak sağlamakla alakalı değildi ve kesinlikle “ünlü skandalları” alanında kalmaya devam ederken, tüm erkeklerin ve tüm kadınların, kadının ne olduğu ve diledikleri sistemin ne olduğu konusunda, düşman bellenen kitle için açık bir şiddet ve yıldırma aracıydı. İnsan tanımından, cinsiyet kavramına, konu olarak ele aldıkları tüm olgular arasındaki ilişkilerden, bu olguların anlamlarına kadar uzanan bir yelpazede, her konuda gerçeği diledikleri gibi eğip bükebilecekleri bir araç halinde kullanılmaya başlanmıştı. Burada Cinsiyet Cemaati olarak adlandıracağım grubun inançlarına uyan bir insan modeli yaratmak amacıyla eğitim platformuna dönmesi an meselesiydi.

Yıllar boyunca bu hizip, insanlık ve cinsellik üzerine herhangi bir temele, sosyolojik ve psikolojik araştırmalara, analitik düşünceye ihtiyaç duymadan, dilediği özgürlükte ve fütursuzlukta görüşler geliştirdi. Kökenleri 1960’lara ve 1970’lere kadar uzanmakta olan bu hizip (hatta 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanır) ve birkaç on yıl önce insanlıkta iki cinsiyet olmadığını seslendirmeye başladı, heteroseksüelliğin, erkek cinsiyetinin, korunması gereken kadın cinsiyetine suni bir dayatma ve dikte olduğunu, insanlık tarihindeki tüm şiddetin yalnızca erkeklerden geldiğini, ve bu nedenle tüm kadınların kurban olduğu dayatmasını benimseyerek/benimseterek, erkeklik olgusunun ya yeniden tanımlanması gerektiğini, ya da kökten yok edilmesi gerektiğini talep edenbir tavır takındı. Belki yarım yüzyıl önce, bu grup küçük ve önemsiz bir azınlıktı, ancak feminizmin geri kalanı neredeyse hiçbir zaman bu söyleme karşı çıkmadı. Belki de feminizm, iç tartışmalara neden olma isteksizliği ve tek bir feminist ses sunma dürtüsü nedeniyle hiçbir zaman itirazı düşünmedi. Ve belki de birçoğu, fraksiyonun desteklediği özgürlüğün, hesap vermeksizin sözlü ve hatta fiziksel şiddet kullanma özgürlüğüne kapıldı, çünkü sorumluluk her zaman erkeklere yükleneceği için kadının uygulayacağı tüm şiddet her zaman haklı ve ahlaki olacaktı. Birçoğu nefret etme özgürlüğü duygusuyla cezbedilmiş olabilir, çünkü herhangi bir nefret, saf kötülüğe rasyonel bir tepkiden başka bir şey olarak sunulmamaktadır, ve bu sunum gizli bir üstünlük emaresi de taşımaktadır. Oldukça cezbedici! Bu hizip, herhangi bir önemli iç veya dış eleştiri olmadan, rahatlıkla faaliyet gösterdiğinden, Me Too’dan önceki yirmi ila otuz yıl içinde iki değişiklik geçirdi. Gitgide daha aşırı uçlara dayanır oldu, ve her ekstremizmin genel avantajını kullanarak, ana akımda giderek daha baskın hale geldi. Bu küçük çekirdeğin kavramlarına bağlı kalan kadınlar, klasik feminizm görüşlerini ve söylemlerini yaymak adına medya, edebiyat, akademi, büyük feminist örgütler, devlet daireleri gibi güç merkezlerine doğru sürekli ilerlemeler sayesinde çok etkili oldular, oysa klasik feminizme bulaşmış bu “aşırı” ideolojiyi bilinçli ve bilinçsiz şekillerde savundular. Ki bu fikirlerin çoğunun hümanist kavramlarla hiçbir ortak yanı yokken.

Bu grubun inançlarının en net yansımalarını Me Too Hareketi sayesinde gördüğümü ifade edebilirim ve bu hizbin George Orwell’in 1984 romanını yazarken dayandırdığı temel varsayımlardan farklı olmadığı gayet aşikardı.
İnsanların, farklı bir insanlık üretmek için yapay ve şiddetle tasarlanabileceği ve bunun (insanlığın iyiliği için) yapılması gerektiği.
İnsan özgür bireyler değil de bir ürünmüş gibi değerlendirilmesi gerektiği, toplumun bir çelişkiler, çatışmalar deryasında yaşayan ve nefes alan, aşılmaz ikilemler okyanusu değil, basit ve katı bir fikirler dizisine göre dikte edilen duygu ve görüşlere tabi bir üretim hattı olması gerektiği.

Me Too kampanyası iki alanda aynı anda gelişiyordu; ana akım medyada ve sosyal medyada. Sosyal medyada, özellikle sol görüşün içerisinde, küçük ama saldırgan bir çekirdek güruh aslına bakarsanız Me Too Akımından çok önce oldukça baskın bir varlığa ulaşmıştı ve bu güruh ile soldaki hiç kimse yüzleşmek istemedi. Aşırı agresif bir tavırla, görüşlerini ve boykotlarını yayarlar, ve bu belirgin bir kesimde (içlerine sinmese dahi) onay alırdı, ama çoğunluk genellikle bu tavırları umursamazdı. Aslına bakarsanız bu umursamazlık ilgisizlikten değil net bir şekilde korkudan kaynaklanmaktaydı. Sol güruhtaki insanların korktuğu şey, hizbin aşağıda açıklanan kararnamelerini uygulama yönteminin onlara yönelme ihtimaliydi. Yıllardır solun büyük bölümünde yer edinmiş bir alışkanlıkla, bu feminist çekirdekten doğan pürüzleri görmezden gelmek ve sessiz kalmak gayet rahat bir eylemdi. Korkunç kayıtsızlık o kadar güçlüydü ki Me Too Hareketi başladıktan aylar sonra bile takip ettiğim sosyal mecralarda, “solcu kimlikli” tek bir kişi bile Me Too Hareketindeki bu hümanizme aykırı gelişen tavra, herhangi bir şekilde tepki göstermedi. Lütfen beni yanlış anlamayınız, Me Too Hareketi başladığı günden itibaren ilk desteklemeye çalışanlardan biriydim. İlk tepkim açık ve net olarak desteklemek olmuştu. Yazının önceki paragraflarında bahsettiğim üzere, ilk başladığında Me Too’ya hümanizm açısından baktım ve konu tamamen şiddete uğrayan kadınlara cesaret ve destek vererek yasanın uygulanmasını sağlamaktı. Tabii o zamanlar Me Too Hareketi hala doğum evresindeydi.

Me Too ifadesinin ilk kez bir hashtag olarak yazılmasından bu yana, ilk iki-üç haftadan itibaren, hizip, dünyanın çeşitli yerlerinde, sol cenahta hali hazırda kullanmakta olduğu yöntemleri uygulama kabiliyetini hemen fark etti. Yıllardır uyguladıkları tehditler ve yasaklar, ve gerekirse “cancel culture” tavrıyla afaroz etmek gibi tavırları takınmaları zaten yılların getirdiği alışkanlıklarıydı. Ama bu sefer, bu tavrı ana akım içinde yapmaya başladılar. Bu feminist çekirdeğin, bu “Cinsiyet Cemaati” fikirlerini yaymak için Me Too’yu kullanma fikri bir çok başlıkta, yazıda ilan edildi. 2017’nin son haftalarında ortaya çıkan yazılarda yazılmıştı. Bu yazılardan birini yazan bir hanımefendi ile karşılıklı sohbet esnasında sözlerinin ardındaki niyeti öğrendiğim an, sohbette kullanılan ad hominem, tu quoque, poisoning the well ve whataboutism gibi safsataları daha önce de yaşamıştım. Lakin bu safsataları bir akademisyenden değil, gayet birilerinin kellelerini almak isteyen bir inşaat işçisinden duymuştum. Bu sefer ise aynı faşizmin, gayet eğitimli, kadın olmayı üst kimlik olarak benimseme gayretinde birisinden yansıması garip ve üzücü bir deneyimdi. Dahası tüyler ürperticiydi.

Tüm bu hikaye devam ederken, Me Too Akımının başlangıcında, sosyal medyada şiddet içeren bu çekirdek, Me Too etiketini, üzerinden fikirlerini yayacağı bir araç olarak kullanmak için devralmaya hazırdı. Yöntem basitti – o zamana kadar fraksiyon bunu yıllardır kullanıyordu: Temel terimlerine ve varsayımlarına karşı çıkmaya cesaret eden herhangi bir erkek veya kadına, sosyal medya profilini hakaretlerle doldurmak için akın eden yüzlerce insan aracılığıyla, sözlü şiddet uygulamak. Profillerinde hedefe aldığı kişi ile herhangi bir mesleki bağın kesildiğine dair ifadeler kullanmakla başlayıp, daha sonrasında hedef alınan kişinin çalıştığı kuruma veya işverenine sosyal medya aracılığıyla baskı kurmak, geçim kaynağını yok etmek, iş arkadaşları ve arkadaşları aracılığıyla tüm sosyal çevresine baskı kurarak yalnızlaştırmak, eğer yeterli görmezlerse, o kişiyle teması kesmelerini talep ederek, saldırılarını temellendirdikleri söyleme taraftar oldukları varsayımı üzerinden, onları da aynı derecede suçlu ilan etmek. Bu öyle etkili bir yöntemdi ki, sessiz kalmak bile suç olmaktaydı. Hizipin yıllardır soldaki insanlara karşı kullandığı eylem modeli de bu şekilde tüm topluma yayılmıştı.

(Suç olarak tanımlanan, ifadeler, görüşler ve hisler içeren hizip ne olursa olsun) sessiz kalmak suç ortaklığı ilan edildiğinden, birçok kişi bu hizbin saldırılarına katılmadığı takdirde bu saldırıların kendilerine yöneltileceğinden korktu. Kimi galeyan kültürüyle, kimi de bu korkuyla konunun derinliğine inmaden boykotlara ve kınamalara katıldı. Bu durumun, eylemlere katılanların sayısını binlere, ardından onbinlere çıkarmasında etkisi yadsınamaz bir durumdur. Kitlelerin büyümesiyle, bu şekilde oluşan kalabalık daha tehditkar hale geldi ve daha fazla insanın sosyal medya hayatında daha fazla yer edindi. Gittikçe daha fazla insan aşırılıkçı çekirdeğin dışındaki pozisyonları ifade etmekten çekinir hale gelmişti sonuçta. Tıpkı iple bağlandığında kaçamayacağına şartlanmış bir fil gibi, ittikçe daha fazla insan bu fikirlere sempati duyduğunu ifade etti. Çoğu ilk başta sadece korkudan katıldı bu tavıra, ancak daha sonra bu kitlelerin övgüsünü alma hevesi ön plana çıkmaya başladı. Kitleler onaylanmaya açlardı, eylemlerinin doğru ve ahlaki olduğunu hissetmek istiyorlardı ve böylece onları onaylayan herhangi bir kişi bile, bir anda kahraman ilan edilebiliyor, ve ünlü olma zehrinden bir nebze tadıyordu. Ve bu ün, o çekirdeğin kavramlarına sempati duymanın bir başka motivasyonu oldu.

Böyle bir ortamda “bütün kadınlar kurbandır” iddiası sosyal medyada dolaşmaya başladı ve her zaman olduğu gibi sosyal medyada bir iddia, yeterli sayıda ünlem işaretiyle yeterince kişi tarafından tekrarlandıkça gerçek olarak kabul görmeye başladı. Burada bir kişinin sosyal medyada maruz kaldığı bilgilerin çeşitli yönlerden taraflı olduğunu unutmamak gerekli. Bir kişinin 100’ü kadın olmak üzere 200 arkadaşı varsa ve birkaç gün içinde bu kadınlardan 7’i tacizlerle ilgili rapor yayınlıyorsa, söz konusu kişi bunun arkadaş listesindeki kadınların %7’si olduğunu düşünmek durumunda değildir. Bu kişi için, zaman çizelgesi raporlarla dolup taşmış gibi görünmekte ve tüm kadınların cinsel istismara uğradığı konusunda öznel bir izlenim kazanması ortaya çıkmaktadır. “Bütün kadınlar taciz edildi” ifadesi bu ve benzeri yollarla iletişim araçlarında yer almaya başladı ve sosyal medyada yaygınlığı arttıkça şüpheci görüşlerle karşılaşması çok daha düşük ihtimallere ulaştı, çünkü şüpheciliğin ortaya çıkaracağı anlaşmazlık artık bilgi değil, duygular üzerinden tartışılacaktı. Ve tacizle ilgili tartışmalarda birçok derin ve haklı duygunun yer alması doğaldı. Bu türden duygusal iddiaların ortak özellikleri, herhangi bir şüpheyi imkansız kılan yoğun bir duygu örtüsüne sarılı olarak yayılabilmesi ve herhangi bir şüphe ortaya çıkana kadar kendilerini gerçek ilan edebilmeleridir. Sonuç olarak, kadın ve erkek kitleleri, yüzde yedisinin taciz ve saldırıya uğradığına dair tutarlı araştırma verilerini göz ardı ederek, tüm kadınların kamusal ve kişisel ortamlarda sürekli cinsel tacize uğradığı inancını benimsedi. “Bütün kadınlar” mesajını kabul etmek ise neredeyse sosyal bir zorunluluk haline gelmişti. Verilerin incelenmesi bile kınanacak bir şeydi ve hala da öyle. Her kesimden biraz kanaat önderi (radikal sol, sanatçılar, biraz medya, çeşitli alanlardan aktivistler ve biraz ılımlı sol) içeren sosyal medyadaki siyasi sol, bu yeni inanca kapıldı.

Ancak hala solun sosyal medya alt kültürünün bir parçası olmayan feministler de vardı. Ve aşırılık yanlısı fraksiyonun devralması sırasında, bu tür feministler, korku ve baskı enstrümanlarını kullanarak uygulanan insan mühendisliğinin, yeniden tanımlamalarını kabullenmek yerine, Me Too Hareketini gerçek saldırılara odaklanma yörüngesine geri getirmeye çalıştılar. Sonuç, hizip ve yeni acemilerin oluşturduğu kitlelerin kendilerini düşman olarak görmeye başlaması oldu. Yurtdışından örnek vereyim. Geçmişte feministler tarafından bir feminizm ikonu olarak kabul edilen, 1980’lerin başlarındaki romanı The Handmaid’s Tale’in yazarı Margaret Atwood, bu güruhun kendisine uyguladığı şiddet üzerine, “düşüncelerine karşı gördüğü baskı” nedeniyle tüm sosyal medya hesaplarını kapatmak zorunda kaldı. Aralarında feministlerin aşina olduğu, hizip vizyonuna karşı çıkan “100’ün Mektubu” üzerinde imzası bulunanlar sözlü ve fiziksel saldırılara uğradı. Me Too Hareketini özüne döndürme girişimleri başarısız olmuştu (birkaç ay sonra, Ekim 2017’den önce “Me Too” hashtagini hazırlayan kişi, Tarana Burke bile bir konferansta bu konuyu “Zorluğun bir parçası” diye haykıracaktı. Klasik feminizmi oluşturan bütün bir kadın kuşağı, çeşitli ülkelerde yüzbinlerce kadın ve sosyal medyadan her türlü muhalefete karşı kışkırtılan birkaç erkekle karşı karşıya kaldı. Bu kadınların neredeyse tamamı pes etmek zorunda kaldılar. Grubun inançlarını gönüllü veya gönülsüz bir şekilde benimsediler. 2018’in ikinci yarısında, sosyal medyanın aşırılık yanlısı çekirdeğinin Me Too’dan algılarını yaymak için bir mekanizma üretmek için kullanımı bu hizbin liderleri tarafından “bir başarı” olarak nitelendirildi. Zira o yılın sonunda, klasik anlamda feminizm artık yoktu. Aşırılık yanlılarının inançları, tüm feminizmin ideolojisi haline geldi. O zamandan beri, çok az muhalif hariç, bu hizipçi akım, günümüzün hakimi olan son nesil feminizmdir.

2018’in ilk yarısında, bu akım, sosyal medyada biriktirdiği gücü geleneksel medyaya geçmek için kullanmakta hiç zorlanmadı. Me Too Hareketi başladığında, yurtdışında Guardian ve New York Times gibi gazeteler ve ülkemizdeki benzer liberal sol eğilimli yayın organları, modası geçmiş kağıt yığınları olarak kalma korkusu nedeniyle bir endişe halindeydi. Sosyal medya özellikle akıllı telefonların yaygınlaştığı yıllardan beri onlar için varoluşsal bir tehdit oluşturuyordu. O yıl, New York Times, reklamverenlerin kaybını telafi etmek amacıyla ilk kez çevrimiçi makalelere erişmek için okuyuculardan ücret almaya başlamıştı. Sosyal medya üzerinde güncelliğini korumak, hayatta kalmak için uğraşan köklü gazeteler ve dergiler, okurları (yani takipçileri) cezbetmek için sosyal medyada faaliyet gösteren aşırılıkçı hizbin fikirlerini tekrarlamaya başladı. Bu tekrar yapılırken de, ahlaki, ideolojik bir vahiy yoluyla yapılmış gibi sunuldu. Üzücü olan bu gazetelerin, grubun sosyal medyada kendisi için ürettiği beğeni ve onayların bir kısmını kazanma konusunda muhtemelen iyimser bir umut taşırken, açık gerçeği görmezden geldiler. Bu beğeniler ve destekler, korkutma ve tehdit yoluyla elde edilmişti. Kısa bir süre sonra, bu gazeteler ve dergiler de, aşırılıkçı çekirdekten gelen açık tehdit altındaydılar ve tüm kanaatlere uymayan herhangi bir şey yayınladıklarında sosyal medya kullanıcılarına uygulanan boykot yöntemlerinin kendilerine yönelmesiyle karşı karşıya kaldılar. Bu tehdit, çoğunlukla okurlarının çoğunun sol güruhtan olduğu gazetelerde etkili oldu, zira yapılan tehdit, kalan izleyicilerini onlara karşı çevirmekti. Hatta editörlerin, yürüyüş ve gösteri gibi eylemlere katılmayı reddetmeleri halinde dışlandıkları, günah keçisi ilan edildikleri durumlar oldu. Bu tür dış baskılar, on yıllardır saldırgan cemaate üye olan ve medyada çalışan kadınlardan gelen gazetelerdeki iç baskıya katıldı. Örneğin, Guardian’dan Judy Bindel, tüm erkeklerin toplama kamplarına konması gerektiği ve günümüzde sıklıkla alıntılanan heteroseksüellik neslinin tükenmesi gerektiğini yazacak kadar özgürdü. Ve tüm bu süreç sonunda, 2018 boyunca, daha önce liberalizmin sesini temsil eden büyük medya platformları bile sürecin içerisinde ya dönüştürüldü, ya da farkında olmadan sürece boyun eğdi. Sonuç olarak, dünya çapında tüm bu platformlarda aleni bir şekilde önyargı, yanlış bilgilendirme, dezenformasyon, ihmal, sansür ve nihayetinde kışkırtma ve nefret söylemi ahlaki bir misyon haline gelerek, onları gazetecilikten uzaklaştırarak, sosyal medyadaki eylemlerin prooaganda araçlarına dönüştürdü. Hangi algıların normatif ve tartışılmaz olarak kabul edileceğini yeniden tanımlamak ise Cinsiyet Cemaati tarafından belirleniyordu. Tüm bu süreç ise, solun daha geniş kesimlerinin bu aşırılıkçı algıları benimsemeye başlamasına neden oldu. Bununla birlikte, muhtemelen, bu taraftarların çoğu derin ve acılı bir kişisel çatışma halindeydi ve korkudan hareket ederken akıllarını ve vicdanlarını (ve çoğu zaman kendi duygularını, kendi insani değerlerini) susturmaya çalışıyorlardı.

Çok küçük bir gruptan gelen aşırılıkçı fikirlerin yıldırma ve dezenformasyon yoluyla çok hızlı yayılması, bir sosyal medya olgusudur. Başka alanlarda da uygulanmış, başarıya ulaşmış, ve hala da uygulanmaktadır. İngiltere’de Brexit ile sona eren kamuoyu tartışmasında, Kolombiya’da 30 yıllık savaşı sona erdirecek olan FARC ile yapılan anlaşmaya ilişkin referandum etrafındaki tartışmalarda, son yıllarda pek çok vakada asılsız algıların ana akım haline gelmesini sağlayan şey budur. İsraillilerin çoğunun aylar içinde, bir zamanlar marjinal olan aşırılıkçı sağ Kahana grubunun Filistin karşıtı ırkçı görüşlerine kaymasıyla, ABD’de sağda Q’ya olan inancın yayılmasında, IŞİD’in yayılmasında ve ülkemizde de sayısız konuda karşımıza çıkmaktadır. Son ve en etkileyici örneklerinden birini 140 journos kanalı, “Hayırsız Ada” videosunda, hayvan hakları için yapılan eylemlerin, Adalar bölgesindeki atların birçoğunun nasıl da ölümüyle sonuçlandığını gözler önüne sermektedir. Bu ve benzeri durumların neredeyse tamamı, sosyal medyanın özel niteliklerinin, birkaç yüz veya en fazla binlerce eksantrik ve saldırgan birey tarafından, ezoterik ve şiddet içeren bir konumu hızla milyonların konumuna dönüştürmek için istismar edildiği durumlardır. Bu, sosyal medyada mümkün olur, çünkü bu ağlar kabul ve yok saymaya dayanır ve böylece istemeden de olsa olumlu ve olumsuz pekiştirme yoluyla (olumlu olan sosyal saygı, her ikisi de insanlarda son derece güçlü psikolojik itici güçler oluşturan olumsuz varlığa aldırmama ve sosyal şiddet gibi) etkili olurlar. Yukarıdaki örnekler, sosyal medya ortamının bu özelliklerinden dolayı bireylerin fikirleri benimsemeye itildiği durumlardır. Aynı şekilde, duymaya alıştığımız tüm çelişkili yanılgılar – insanlıkta doğuştan gelen iki cinsiyet yoktur, aralarında doğuştan gelen cinsellik vardır, tüm erkeklik ve kadınlık sadece “klişeler” ve “kültürel roller” halidir, kadınlar doğası gereği üstündür, ve erkekler daha aşağıdır, cinsiyetçilik (cinsiyete karşı ırkçılık) kadınlarda var olamaz, geçmişteki ve şimdiki tüm insan ıstıraplarından tüm ve sadece erkekler topluca sorumludur, tüm kadınlar korku içinde yaşar, biri taciz edici seks peşindeyse erkek, biri taciz edilmiş ise kadındır – gibi neredeyse tamamı akademik çalışmalarla yalanlanırken, sosyal medyanın bu açığı sayesinde şiddet inançlarının yayılmasını kolaylaştırma yeteneği üzerinden, birkaç ülkedeki bir avuç eksantrik ve saldırgan kadının görüşleri, kendilerini “bir” olarak tanımlayan milyonlarca kız ve kadının algısı haline gelmiştir. Ve bu görüşler, bilinçli ve/veya bilinçsiz şekilde tüm feminizmin desteklediği ve tüm liberal dünyanın artık onayladığı ve kurumsallaştırdığı feminim hareketinin temel taşlarıdır.

2018’in sonunda, klasik feministlerin ve hümanistlerin Me Too Hareketini inceledikleri gibi, cinsel saldırı vakalarında yasayı uygulamayı hedefleyen bir kamu kampanyasının izi kalmadı. Klasik feministler artık bu şekilde var olamadılar. #MeToo artık üç olgu değildi, yalnızca bir olguydu, çok kesin ve netti: Kadınlık, erkeklik, cinsellik ve insanlık hakkındaki inançları ve varsayımları yaymak için bir araç haline gelmiş, korkutma yoluyla yeni bir eğitim(!) projesi için Batı’nın ve daha sonra, uzaklara kadar yayılan bir araçtı. Bu söylem, Me Too Hareketine karşı bir eleştirmenin suçlaması değil, aksine bu söylem, Me Too Hareketinin bu yazıda açıklanan vizyonun yayılması ve uygulanması için bir araç olduğunu belirten ve bu algı yönetimini koşulsuz destekleyen feminist kadınların açık ifadesidir. Herhangi bir kadın yine de “Me Too” yazmak isterse, bunun onu derhal fanatik bir ideolojiye adayacağını zaten içten içe bilmektedir. Bunun farkında değilse, daha da iyidir, çünkü tüm bu ideolojiyi sorgusuz, sualsiz kabullenmesi doğal sonuçtur.

MeToo ve Toplumda Yaşama Olan Etkileri

Cinsel iletişimi ortadan kaldırmakla başlayabiliriz. Feminizmin “Kadınların %100’ü taciz ediliyor” hedefine ulaşmak için attığı ilk adım herkesin malumudur; Neyin taciz sayılacağını belirleme çıtasının sürekli olarak düşürülmesi. Yirmi yıl önce feminizm, hoş karşılanmayan ancak daha fazla girişime yol açmayan, yanlış anlaşılan tek taraflı bir yakınlık duygusu nedeniyle oluşan spontan öpücüğü cinsel saldırı olarak tanımlamaya başlamıştı. Yani bir erkek, randevu sonrası eve bırakma esnasında bir öpücük verirse, bu kırmızı çizgiyi aşmaktı. Me Too Akımı sonrasında, bir gazetenin feminist tartışmalardan alıntı yaptığı gibi, çıta daha da düştü, “flörtleşme”, “birden çok çalışan ilişkisi”, “uygunsuz konuşma”, “tuhaf öğle yemeği randevuları” gibi sayısız olgu listeye eklenmeye başladı. Kadının bir gün sonra bunu hiçbir nedenle yapmaması gerektiğine karar verdiğinde, karşılıklı çekim ve güçlü istekle ve kesinlikle rıza ile dahi olsa cinsel ilişkiye başlamak, cinsel saldırı ve tecavüz olarak tanımlandı ve erkeklerin cinsel istismarla suçlanması istendi. Hatta cinsel iki tarafın da birbirine onay verdiği bir cinsel ilişki sonrası kadın kendini pişman hissederse de erkeğin cinsel istismarla suçlanması istendi. Öyle ya, Cinsiyet Cemaati henüz gerçekleşmemiş olaylar hakkında, kadının gelecekte kendini nasıl hissedeceğini, o kadının kendisinden daha iyi anlayabilecek düzeyde duyarlıydı. Erkeklere, bir kadınla olan ilişkisi konusunda, hayatının bir noktasında -bir gün veya yirmi yıl sonra- ikinci düşünceler ortaya çıkarsa, suçlu sayılacakları ve geriye dönük olarak cinsel tacizci olarak tanımlanacakları açıklandı. Evli çiftlerde erkeklerin her zaman özellikle seks yapmak istemedikleri ve bazen bunu karılarını önemsedikleri için yaptıkları gerçeği göz ardı edilirken, kadın rolünde özellikle cinselliği arzulamayan ve bunu sadece kocası için yaptığında tecavüz edilmiş sterotip olarak tanımlandı. Cinsel tacizin tanımı, davetiyenin alıcısı duymak istemiyorsa, “merhaba” kelimesi cinsel taciz olarak algılanıncaya kadar, bağlam ve tarz ne olursa olsun, romantik veya cinsel bir şey yapmak için sözlü davetiyeye kadar genişletildi. Cinsel iletişim dilinin ayrılmaz ve meşru bir parçası olan ve her iki cinsiyetin de katıldığı (veya en azından alıştığı) ve hatta düzenli iletişim kurduğu tamamen normatif davranışlar cinsel taciz olarak tanımlandı. Bugün Me Too toplumunda erkekler ve kadınlar iletişim kurmayı imkansız buluyorlar, çünkü kopuk ve yalnızlar.

İnsanı zehir olarak tanımlamakla devam edebiliriz. Cinsel olmayan günlük davranışları cinsel taciz olarak ele aldığı için eleştiriye maruz kalan Me Too hizbi, her iki cinsiyet tarafından yapılan sıradan insan davranışlarını bir şiddet türü olarak yeniden etiketleme girişimi olarak tasarlanan “zehirli erkeklik” terimini yayarak yanıt verdi. Erkekler tarafından yapılan, 2018’in başlarında birkaç ay süren yoğun çabanın ardından, bunu erkek cinsel tacizi olarak adlandırmak başarısız olmuştu. Çekirdeğin bu tepkisi, yeni bir tür frenoloji teorisi bile yarattı (frenoloji, özellikle farklı ırkların olmak üzere, kafa ve vücudun yapısı tarafından tahmin edildiği gibi kişilik özelliklerini ve zekayı dikkate alan, 19. yüzyılın sonlarında moda bir ırkçı teoriydi). Üçüncü bin yılın feminist frenolojisi, “zehirli erkekliği” küçük bir penisle ilgili olarak tanımladı ve büyük penisi olanların bunun yerine bir Big Dick Energy veya BDE’ye sahip olduğunu belirtti. Bu terimlerin sosyal medyanın en derin lağımlarında yayınlanan bazı gönderilerden geldiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. The Guardian, Independent ve Vox gibi yerlerde “BDE”si olmayanlarda “zehirli erkeklik”in meydana geldiğini akademik bir ciddiyetle açıklayan manşetler ve bu makaleler bir zamanlar liberal olanların sofrasında iştahla yenmiştir. Dünyanın her yerindeki gazeteler okuyucularına didaktik bir sabırla, küçük göğüslerin “zehirli kadınlığın”, büyük göğüslü kadınların ise doğru kadınlığın nedeni olduğunu açıklasaydı, ne olacağını hayal bile edemeyiz. İnanması zor ama, Me Too toplumunda yer alan bu fikirlerdeki feminist cinsiyetçiliği duraklatmak ve belirtmek için gerçek bir ihtiyaç var. Ancak Oxford Dictionary, 2018 için yılın sözcüğünü “toxic” yani “zehirli” ilan etti. Çünkü hepimizin içinde yaşadığımız Me Too toplumunda, bir zamanlar liberal medya olan ana akım basında, insanlara zehir muamelesi yapmak normatif ve geleneksel bir hal almıştı.

Karşılıklı suçlama olgusunu da ekleyelim. Kadınlar, Me Too boyunca ortaya çıkan (ve beraberinde bir intihar dalgasının eşlik ettiği) insanlara zehir muamelesi yapar gibi meşrulaştırılmış nefret söylemiyle dayatılan, geniş kapsamlı tehditler ve meşrulaştırılmış nefret söylemi içeren böyle bir atmosferin, erkekleri herhangi bir durumda tam bir felç eder hale getireceğini anlamakta güçlük çekiyorlardı. Onlarla iletişim kurmak yerine, erkekleri suçlayan öfkeli yazılar yayınlamaya başladılar, çünkü onlara göre aptal erkekler iltifat ve taciz arasındaki farkı anlayamazlardı. Erkeklerin kadınlarla çalışmaktan çekindiklerine dair haberlere, basında çıkan yazılara cevaben, yine erkekleri anlayışsızlıktan azarladılar, bu kadın yazarların hiçbiri kendilerini zihinsel olarak aynı koşullara sokmadan, erkekler acaba ne yapacaklar diye merak etmeden, kendi at gözlükleri ile umursamaz ve fütursuz bir dille cevap verebildiler. Me Too toplumundaki hayatın bir erkek ve bir erkeğin gözünden çok farklı göründüğünü hesaba katmak kadınlar için çok zordu ve hatta imkansızdı, çünkü bu kendileri ile yüzleşmek demekti. Bu şiddetin ereğinin önemli bir kısmı, feminist cinsiyetçiliğin, erkeklerin tükenmez direncine inanan, ve bir erkeği her türlü hırpalamanın yapılabileceği bir nesneden başka bir şey olarak görmeyen, en az iki kadın ve kız nesli yaratma gayesinden kaynaklanmaktadır.

Felç devam edip yoğunlaştıktan sonra, her cinsiyet, ortaya çıkan tüm sert duygular ve yalnızlık için diğer cinsiyete karşı bir suçlama duygusuna ulaştı. Böylece yeni ıstırap katmanları oluştu ve her katman cinsiyetleri daha da uzaklaştırdı.

Kadınların sorumluluklarını çocuk olarak sunma düzeyine indirgemek olmazsa olmaz. Erkeklere yönelik devasa suçlamalar, sonunda dünyayı yalnızca erkeklerin etkilediği fikrine yol açtı ve bununla feminizmin kendisi, dolaylı olarak, kadınların sorumlu varlıklar değil, her şeyi hak eden, ama hiç bir sorumluluğu olmayan şımarık çocuklar gibi davranabildiği bir kadın tanımını yarattı. Erkekleri, kızları, gençleri ve kadınları mümkün olduğunca fazla suçlamak, onlara tüm hayatlarının kendi kararları ve hataları tarafından değil, dış güçler tarafından dikte edildiğini söyleyen feminist bir eğitimden bahsediyoruz burada. Bu nedenle, kendi taraftarlarına (erkek değillerse) eylemlerinden sorumlu olmadıkları mesajını yaymakta bir beis görmediler. Ki bu bir insanı asla daha ahlaki, empatik veya duyarlı hale getirmediği gibi, gitgide daha duyarsızlaştıran bir mesajdı. Örtülü olarak, kadınları, kendileri için sorumluluk alma yeteneklerinden yoksun, neredeyse engelli ve tamamen erkek cinsiyetinin onlarla ne yapacağına bağlı olarak, herhangi bir rüzgarın yıkabileceği bir tür ölümcül hasta gibi tasvir ettiler (ki bence günümüz feminizminin kadınlara yaptığı en aşağılayıcı tavır budur). Feminizm, erkekleri bir tehlike klişesiyle sarmak, liberal toplumun neden erkekleri yeniden eğitime sokması gerektiği şekilde kısıtlaması gerektiğini haklı çıkarmak için, bir erkek ve kadın arasındaki her olumsuz etkileşimi kuru bir yaprağı ezen demir bir çizme olarak tanımlar, bunu kız çocuklarına böyle öğretir. Ve kadınlar, kendilerini her darbenin toza dönüştüreceği kırılgan bir kuru çiçek olarak görmeye başlarlar, ki trajikomik bir şekilde iddiaları güçlü olmaktır. Bütün bunlar, her ne kadar kendi içinde çelişse de, erkek cinsiyete karşı iddianameye mümkün olduğunca çok suçlama eklemek içindir.

Anlama yasağı. 2018 yılında, çıtayı sürekli düşürerek cinsel taciz tanımına giderek daha fazla insan davranışının dahil edilmesi, elbette “cinsel tacize uğrayan kadın yüzdesini” artırmayı başardı, ancak sonuç hala %100’den çok uzaktı. 2018 yılında feministlerin hümanist bir yaklaşımla cinsel saldırıya uğrayan kadınlarla dayanışmayı ifade eden sosyal medya mesajları, zaman zaman “Hiç cinsel tacize uğramadım ama…” sözleriyle açıldı. Hiç taciz edilmediğini beyan eden kadınların varlığı, Me Too vorteksini %100’e yaklaşmak için taciz tanımlarını daha da detaylandırmaya zorladı. Ortaya çıkan yeni yöntem, bir ilişkideki herhangi bir üzüntüyü, erkek tarafından cinsel taciz ve istismar olarak tanımlamaktı. Yeni tanımlar, ertesi gün aramama, aldatma, ilk buluşmadan sonra ortadan kaybolma, düşüncesiz olma ve sekste yetersizlik gibi kavramları içeriyordu. Bu, tüm bunların erkeklerin de başına aynı (hatta daha fazla) sıklıkta geldiği ve erkekleri de tam olarak aynı şekillerde etkilediği gerçeği tamamen göz ardı edilerek yapıldı. Bu yeni tanımlar, yüzdeyi %100’e yaklaştırmayı ve iddianameyi genişletmeyi mümkün kıldı, ancak bunun başka bir etkisi oldu.

Tartışma ünlüler tarafından gücün kötüye kullanılmasından, cinsiyetler arası ilişkilerdeki diğer konulara genişletildiğinde, milyonlarca kadın ve erkek, hayatları boyunca bekledikleri anın geldiğini umdular, her ikisinin de özlemini çektiği, tüm dertlerini karşılıklı olarak ortaya dökebilecekleri bir sohbetin başlangıcıydı bu. Çünkü, yaşadıklarını birbirlerine anlatacakları, birbirlerini suçlamak için değil, birbirlerine olan tutkularından dolayı, daha da yakınlaşmak için kalp kıran ve acı veren tüm durumlar hakkında tüm doğallığıyla konuşmak istedi insanlar. Ne de olsa, her insan, kendisinin ve karşı cinsin çekici olduğu cinsiyetten (çekicilik, doğası gereği savunmasızlık gerektirir) dolayı bir şekilde, az veya çok yaralandı ve bu yaraların, acısını taşıyotlardı. Ancak tüm bu önemli konuları “sadece erkeklerin kadınlara yaptığı” eylemler olarak ele alarak “%100 tacize” ulaşmak için toplama arzusu, erkeklerin kendi parçalarını söylemeleri konusunda feminist bir yasak yarattı. Hikâyelerini paylaşmaları ve hissettikleri incinmiş duyguları (cinsel veya duygusal sömürü, düşüncesizlik, güvene ihanet, benmerkezci davranışlar vb.) feminizm ve peşindeki kalabalık tarafından “kadın düşmanlığı” olarak adlandırıldı. Cinsler arası ilişkilerle ilgili her konuda erkekleri anlamaya çalışmak, empati kurmak ve dinlemek yasaktı. Susturulmaları gerekiyordu, şu anda cinsel istismar olarak tanımlanan yeni feminist suçlamaların arzu edilen “kadınların %100’ünün istismar edildiği” algısına ulaşması için bu karşılıklı söylemlerin iddianameye eklenmemesi gerekiyordu. Erkeklere, dinlemenin insani bir zorunluluk olduğu söylendi ve aynı zamanda, eğer erkeklere aitse, aynı deneyimleri dinlemenin yasak olduğu söylendi. Öngörülen kararnamenin bu kaba ihlaliyle karşı karşıya kalan erkekler, dinlemeyi bıraktı. O andan itibaren erkekler, kadınların feminizm aracılığıyla söylediklerini bilemez oldular; feminizmin erkeklerde susturduğu benzer şeyleri kadınlar bilemezdi. Bir iddianameyi genişletme ve %100’e ulaşma arzusuyla motive edilen bu çifte standartlı feminist eylem sayesinde, anlamak ve dinlemek fiilen imkansız hale geldi.

Her cins, diğerinin ihtiyaçlarına ve duygularına kayıtsız kaldığı duygusunu geliştirdi, “taraflar” oluştu ve her iki tarafta da giderek artan bir suçlama duygusu vardı. Bu durum, her iki cinsiyeti de arzu ettikleri şey olan yakınlaşmak yerine, birbirinden nefret etme konumuna soktu. Hemen hemen her erkek ve kadın bu dönemi, ilişki kurma olasılığını kaybetmenin şiddetli duyguları içinde yaşıyor. Rüya bile görmenin yasaklanmak üzere olduğu Me Too toplumunda kıyamet duygusuyla dolaşıyorlar.

Şiddeti meşrulaştırmak. Her iki cinsiyette de sert duyguların patlaması, Me Too toplumunu dolduran eylem ve tutum türlerini neyin tetiklediğini düşünürsek şaşırtıcı değil. Feminizm, her zaman erkek saldırganlığının fiziksel şiddet ve doğrudan yüzleşme biçimlerini vurgularken, kadınlarda saldırganlığın ifade biçimlerinin paralel olduğu gerçeğini ve psikolojideki kadınların aynı düzeyde cinsel şiddete sahip olduğu şeklindeki klasik bulguyu tamamen ortadan kaldırmıştır. Saldırganlığın içsel bir dürtü olduğu, dışsal olarak tezahür edebildiği ve cinsiyete, yaşa göre değişim göstermediği gibi akademik gerçekleri göz önüne almamak işlerine gelmektedir. Erkeklerin saldırganlık ifadelerinin kadınlarda kolayca bulunmamasının tek nedeni, iki cinsiyetin farklı ve ayrı saldırganlık dillerine sahip olmasıdır (büyük olasılıkla, cinselliğin varlığını mümkün kılmak için, her cinsiyet, içsel olanı dışlamak için evrim sürecinde farklı biçimler geliştirmiştir). Erkek cinsiyetin agresif rekabeti, toplumda yer edinmelerini kolaylaştırırken, kadın saldırganlığının dili fiziksel olmaktan ziyade toplumsaldır ve çoğunlukla direkt değil, dolaylıdır. Genellikle toplumu, mağdur lehine çevirmeye dayanır (bkz “mağdur edebiyatı”). Dedikodu, dedikodu yaymak, itibarı zedelemek ve boykotlardan oluşur. Araştırmaların sürekli olarak gösterdiği gibi, kadınlar dedikoduyu erkeklerden daha agresif ve rekabetçi bir şekilde kullanmaktadır. Özellikle şiddet uygulayan kadınlar, diğer tarafın toplumdaki her yerden – iş, aile, arkadaşlar – kovulmasına neden olabilir ve hedefinin kendi aidiyet duygusunu sorgulamasına, bir yer bulma şansından şüphe etmesine neden olabilir. Bu şiddet aşırı durumlarda intihara yol açabilmektedir, ve bu hedefe yönelik, önceden tasarlanmış şiddet ve kadın ve çevresi tarafından kolayca tanınabilir.

Buraya uzun bir dip not eklemek çok önemli: Kadınlar bu şiddetin farkındadırlar, çünkü bu şiddeti hayatları boyunca yaşamışlardır, çünkü bu şiddet çoğunlukla kadınlar tarafından diğer kadınlara yöneliktir. Araştırmalarda sürekli olarak bildirildiği gibi, erkek şiddeti daha çok erkeklere, kadın şiddeti ise daha çok kadınlara yöneliktir. 2014’te Facebook’ta intiharla sonuçlanan siber zorbalıkla ilgili bir inceleme, bunun genellikle kadınların saldırısını içerdiğini ve neredeyse her zaman kurbanın bir kadın olduğunu bildirdi. Birkaç yüz öğrenciyle yapılan küçük bir araştırma, sosyal zorbalığın kurbanlarının çoğunluğunun kızlar olduğunu, ayrı bir incelemede ise sosyal şiddetin çoğunun kızlar tarafından gerçekleştirildiğini tespit etti (zorbalığı genel olarak inceleyen araştırmalar cinsiyetler arasında hiçbir fark bulmuyor, ancak bunların hiçbiri günümüz feminist söylemlerinde önemsenmiyor). Kadın ve erkek tipi saldırgan davranış biçimlerini ele alan tüm araştırmalar, toplumu kurbana karşı harekete geçirmenin çoğunlukla kadınlar tarafından ve kadınlara karşı yapıldığını, en çok fiziksel zorbalığın ise erkekler tarafından yapıldığını ortaya koymaktadır. Kadın araştırmacıların üniversitedeki kız öğrencilerle yaptığı bir araştırma, araştırmadan önceki üç yıl içinde %75’ten fazlasının “arkadan konuşma”, “söylentileri yayma” ve “görmezden gelme” gibi sosyal şiddete maruz kaldığını buldu. Sadece %6’sı bu süre içinde herhangi bir toplumsal şiddetle karşılaşmadığını söylerken, %71’inin ise bizzat toplumsal şiddet uyguladığını ortaya çıkarmıştır. 1990’larda geliştirilen geniş bir araştırma grubu, kadın içi sosyal şiddetin özellikle karşı cinsle ilişkileri bozmayı amaçladığı üç yaşından ergenliğe kadar, yaşam boyunca kadın rekabetçi şiddetinin gelişimini ve daha sonra üniversite ve üniversite boyunca gelişimini tanımlamaktadır. Son olarak, cinsel rekabetin bir yansıması olarak şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu şiddetin çoğunun benzer düzeydeki kadın meslektaşlarına yönelik olduğu, kariyer alanında ortaya çıkmıştır.

Me Too genelinde görülen eylem türlerinin bir adı vardır. Dışlanmayı ve izolasyonu kışkırtmak, toplumu bir hedefe yönlendirmek, söylentiler, itibarı zedelemek – bu kadın saldırganlığının dilidir. Ancak bu sefer, sosyal medya aracılığıyla teknolojik olarak güçlendirilmişi ve tarihsel bir şahitlik sürecinde milyonlarca insana ve dolayısıyla hedeflenen bir kişinin sahip olabileceği her olası insan temasına genişletilmiştir. Me Too, aslında kadın tipi bir şiddet süpernovası haline gelmiştir. Feministlerin kadın ve erkek şiddet biçimleri arasındaki bir zamanlar çok iyi bilinen ayrımı tamamen ortadan kaldırmadaki başarısı nedeniyle, toplum, hizbin eylem biçiminin araçtan bağımsız şekilde salt şiddet olduğunu algılayamadı ve bu da onu meşrulaştırmayı sağladı. Masum insanlara verilen zararın tam farkındalığını göstermek ve sonra bunu haklı çıkarmak bir alışkanlık haline geldi ve alışkanlık viral hale geldi. Kadın tipi hedefli saldırılar, anlaşmazlığı ifade eden her erkeğe veya kadına yönelikti, yani kurbanların çoğu hiç kimseye cinsel saldırıda bulunmadı. Bununla birlikte, bir zamanlar demokratik olan ve devlet tarafından işletilen halk mahkemelerinin kurulmasını öneren uzun makaleler yayınlayan gazeteler için, sınırsız bir şiddet fırtınasının gerekliliği ve ahlakı hakkında dolambaçlı argümanlar bulmak, bir trend haline geldi. Saldırıların kökenlerine ve doğasına -tarihte kendini daha önce ortaya koyan aynı şiddetli insan doğasına- kör olan, bir zamanların liberal Batı kültürü, zulmün kurumsallaştığı bir linç hareketini açıkça ve gururla onaylayarak saldırıları meşrulaştırdı.

Toplum, şiddete ve zulme nasıl bu kadar kör oldu? Görünen o ki, yirmi ila otuz yıl kadar kısa bir süre önce feminizm, buna uygun bir revize edilmiş özgürlük kavramıyla, yeni bir “kadınların ezilmesi” anlayışına evrildi. Evrensel olarak her insan için geçerli olan ve toplumları ayakta tutan sınırlamalar getiren insani olma zorunluluğu, feminizmde giderek kadınlara yönelik özgül bir baskı olarak algılanmaya başlandı. Buna göre, kurtuluş yavaş yavaş amaç edilenden tamamen farklı bir olgudan kurtuluş olmaya başladı. 1990’larda Batı’da eşitliğe ulaşıldıktan sonra, feminizm eylemlerini orada sonlandırdığını ilan etmeyecekti elbette ve bu nedenle, o zamana kadar bir Batı dünyasında kadınların hiçbirinin Doğu kültüründeki kadar olmayan ezilmesinin peşindeki süreklilik arayışı, sonunda onu tam da her kadına dayatılan sınırlamalara getirdi. Feminizm sempatizanları, kadınları hümanist ilkeler de dahil olmak üzere her şeyden ve dolayısıyla her düzey sorumluluktan özgürleştirmeye başlayan, insancıl olma kavramının zaten kendi lehlerine işaretlenmiş olduğu bir pankartı taşıyarak Me Too hareketine katıldılar. Toplumun neden çocuklarını öldüren kadınlara anlayış ve kabul göstermesi gerektiğine dair ayrıntılı makalelerden ve kadınların hedef aldıkları bir erkeği toplumda nasıl daha fazla zorlayacakları konusunda tavsiyeler veren bir makalelere varan fütursuzluklar özgürlük olarak tanımlandılar. Eğer bir feministseniz, insanlığınızı o kadar çok kaybetmiş olabilirsiniz ki, ana akım medyadaki bu makalelerin topluma neden açıklandığını açıkça düşünmeniz bile önemsiz hale gelmiş olabilir.

Böylece bir Me Too toplumu, her insan için geçerli olan temel insani zorunluluklara (adalet, eşitlik, şiddet içeren dürtülerin kendi kendini kısıtlaması) olan insan bağlılığından ayrılan bir şiddet fırtınası haline geldi.

Sürekli bir korku girdabı halinde genişleyen Me Too hareketinin ilk aylarından itibaren kurbanları desteklemekten kurbanlar adına “saldırganlara” saldırmaya hızlı bir geçiş oldu. “Saldırgan” tanımı, bu Cinsiyet Cemaatine dahil olan grupların herhangi bir iddiasına katılmadıkları takdirde, hemen hemen her insan, erkek veya kadın, bu şekilde tanımlanıncaya kadar sürekli olarak genişledi. Takipçilere rehberlik eden inancın düsturunun “her şey kültürdür” olduğu aşikardır ve bundan yola çıkarak, her insanın her ifadesinin – bir sosyal medya gönderisinde, bir gazetede, bir şarkıda, bir kitapta, bir filmde, kişisel bir sohbette bile – “kültürün bir parçası” olmak şeklinde tanımlanabileceği, tecavüzün, cinsel şiddetin ve her türlü şiddetin fiziksel nedeni olarak dayatılabileceği gerçeği kaçınılmazdır. Bu nedenle, bu grubun herhangi bir iddiası veya eylemleriyle ilgili her masum ifade ve kesinlikle herhangi bir anlaşmazlık, takipçileri tarafından cinsel saldırılara neden olan ve bir kadını veya bir erkeği “saldırgan” yapan şeyler olarak kabul edilir. Bu şekilde sınıflandırıldıktan sonra, onlara karşı saldırganlar için uygun önlemler alınmalıdır ve ve bu hastalıklı söylemi her zaman haklıdır, çünkü onlara göre hedefleri, her zaman “mağdurların korunması” olarak söylenmektedir.

Siyasi sağ bunu haklı olarak ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması ve siyasi doğruluk diktatörlüğü olarak adlandırdı, ancak bu yine de bu olgunun ciddiyetini gözden kaçırıyor: Cinsiyet Cemaatinin takipçilerinin arasında sadece onların karşıtı bireyler yoktur. Azımsanamayacak kadar çoğu dindar bireylerdir ve inançlarının mistisizmine içtenlikle inanırlar. Çünkü kültürlerine göre “dil gerçekliği ifade eder” ve “temsiller gerçekliği yaratır”. Cinsiyet Cemaatine göre insan, çevresindeki kültürel etkiler tarafından determinist olarak tanımlanır ve “her şey kültürdür” görüşüyle, her dışavurum bir “kültürel etkidir” ve bu nedenle şiirden romana kadar her şey suça neden olan bir faktör olarak kabul edilir. Bu kültürel determinizmdir, örneğin öjeni gibi teorilerin genetik determinizmine paralel ırkçı algı gibidir. Bu yeni dinin takipçileri, kültür aracılığıyla her kelimenin doğrudan ifadesinin suçların doğrudan fiziksel bir nedeni olduğu alternatif bir gerçekliğe dalmış durumdalar. Dolayısıyla bu inançta ifadeleri durdurmak suçları durdurmaktır. Bu nedenle, takipçiler için, Me Too Hareketini veya gündemlerinden herhangi birini eleştiren bir kadın, kadınlara karşı işlenen suçların nedensel ve fiziksel olarak doğrudan sorumluluğunu paylaşır. Onların inancına göre, insan gerçekliği böyle işler. Sonuç olarak, milyonlarca olmasa da yüz binlerce insan, açıklamaları veya eleştirileri nedeniyle kişisel olarak linç edilmiş, saldırıya uğramıştır, tıpkı gerçek suçluların kitleler tarafından saldırıya uğraması gibi. Birçok kadın ve erkek, bu düzenin getirdiği bir korku atmosferi içinde yaşamaktadır. Terör atmosferini yayanlar ise, korkudan duydukları memnuniyeti ifade ederler: “Çok iyi, korkmalılar” derler ve bu yönde ifadeler yaygındır, korku yaymanın ahlaki ve gerekli olduğu, çünkü tüm olası karşıt ifadeleri engellediği inancından kaynaklanmaktadır. İnsan toplumunda tecavüze ve cinayete neden olan şey de aslında tam da bu mistisizmdir.

Me Too toplumunda, içsel özgür irade, içsel vicdanlılık kararı ve içsel dürtüler gibi fikirler -(bireyde, bir kişinin etrafındaki kültürel etki tarafından deterministik olarak kararlaştırılmayan, ancak bir kişinin kendi özgür iradesine bağlı üç fenomen) yeni teoriye dahil edilmemiştir. insanlar. Cinsiyet Cemaatinin dini, her şeyden önce insan ruhu hakkında umutsuzluğu sarmalayan bir inanç olduğu için, hümanizm karşıtı bir dindir. Kültürel ortamdaki her ifade ve davranışta, doğrudan nedensel güce sahip deterministik bir faktör görür, çünkü insana ve insanın bir ifade veya görüntü karşısında vicdanlı olma yeteneğine inanmaz.

İnsanın bu terki kendi içinde riskler de yaratır. Cinsiyet Cemaati, bir bireyi, içsel güdüler dışında özerk hareket eden biri olarak, yani kültürün iplerinden bir kukla gibi sallanmayan bir varlık olarak görmekten aciz olduğundan, bireysel düşünceyi hesaba katmaz. Oysa, Cinsiyet Cemaati tarafından mükemmel şekilde tasarlanmış ve temizlenmiş ideal bir kültürle çevrili bir kişi bile, içsel şiddetli bir dürtüden kaynaklanan şiddetle hareket edebilir. Yine de, insanlara dikkatli olmayı ve tehlikeli durumlardan kaçınmayı öğretmeye olağanüstü bir güçle karşı çıkar. Bunun yerine, bu öğretiyi, “kurbanı suçlama” olarak adlandırır ve kültürün, tamamen kendileri tarafından belirlenmiş insan üzerinde mutlak kontrol elde etmek için her şeye gücü yeten hayali determinist iplerini kullanmasını bekler ve tüm zararların önlenmesini talep eder. Gerçekte böyle bir “kültürel ip” olmadığı için, dikkatli olmayı öğretmeyi yasaklamak sadece bu kültüre maruz kalmış nesilleri riske maruz bırakır. Tehlikeli bir şekilde, kadınlar ve erkekler hala limbik sistemlerine evrim tarafından yerleştirilmiş ve asla yok edilemeyecek dürtülere sahip olduklarından, bir grup, er ya da geç, hayatının bir noktasında, değişik şekilde ve düzeylerde şiddet görmeye devam edecek, ancak bunu her zaman “kültüre” bağlayacak. Çünkü onların kültürel determinizmlerinde “her şey kültürdür” ve dolayısıyla bu inanç her zaman kültürün insanlığı yeterince iyi temizlemediği sonucuna varacak ve böylece her zaman temizlik için gerekli kısıtlamaları artıracaktır. Bu toplumsal cinsiyet cemaati gücünü koruduğu sürece, baskıdan başka bir yol bilmeden, korkunun yayılması yoluyla mühendisliğini sürekli olarak şiddetlendirmek olarak tasarlayacaktır. Bu yazıyı okuyan herkes olarak ömrümüz yettikçe şahit olacağımızdan emin olduğum tek gerçek ise, Me Too toplumunda bu sürecin doygunluk noktası yoktur, olmayacaktır da.

Genel olarak, Me Too toplumu, erkekleri ve kadınları her gün, saat saat etkileyen bir baskı sistemi oluşturur. Sistem, istismarcı bir seks ve istismara uğramış bir cinsiyetin asimetrik resmini oluşturmak için erkeklerin kadınlardan dolayı karşılaştıkları kötü deneyimlerine karşı susturulmasını içerir; ki bu susturma, erkeklerin kadınlara karşı dikkatli olmasını engeller ve anlayış yerine düşmanlık yaratılır, her iki cinsin de içten içe özlem duyduğu kadın ve erkek arasındaki diyalog engellenir; erkek cinsiyetini hayatın her olası olumsuz yönünden sorumlu olarak tasvir ederken, kadınlar beceriksiz olarak tasvir edilir ve herhangi bir özerk yargıdan yoksun, çaresiz, çocuksu varlıkların aşağılayıcı hissi ile sarmalanırlar; cinsellik dili bir şiddet dili olarak sunulur ve şiddete başvurmamak için erkekler ve kadınlar cinsellik ve aşk hakkında birbirleriyle iletişim kuramaz hale gelene kadar onu kullanmayı bırakırlar; erkeğe yönelik suçlamaların sayısını artırmak için, kadınların olumlu ya da önemsiz deneyimlerini bir saldırı deneyimine dönüştürmek doğrultusunda toplumsal eğitim hedeflenir; ve tüm erkeklerin tehlikeli ya da tehlikeli erkeklerin suç ortağı olarak sunulması nedeniyle, kadınlar korku duygusu içinde yaşamayı öğrenirler ve erkekler yaptıkları her eylemin bir kadını inciteceğinden korkarak bir alarm duygusu içinde yaşamayı öğrenirler. Ancak cinsellik dilinin şiddet diline çevrilmesi, neredeyse tam bir kopukluk yaratırken, arka planda kişinin hissettiği yalnızlık için karşılıklı suçlamalar geriye kalır; ve son olarak, çeviri travma diline yapılır ve hepimizin içinde yaşadığımız travmatik bir gerçeklik algısı kültürü yaratılır. Bir Travma Kültürü gözlerimizi açtığımız andan itibaren her zaman bizi çevreler. Yatağa gidene kadar, sokakta, işte. Travmatik bir algı içinde yaşayan bir toplumda hayallerin, umutların, mutluluğun imkanı yoktur. Yeni hedeflerine ulaşmak için feminizm, kadın ve erkek her insana varoluşsal korkulu bir üzüntü duygusu yayan eylemlerde bulundu. Açıkça söylenmesi gereken şudur: Bu hareket, her iki cinse yöneltilmiş, ağır bir psikolojik şiddettir. Hayır, bu yazıyı okurken öfkelenen, sonra da ortalıkta dolaşırken çevrenizdeki kadın erkek ilişkilerine farklı gözle bakmaya başlayan tek kişi siz değilsiniz, ve hayır, garip bir kıyamet duygusu hisseden tek kişi de siz değilsiniz. Ben de değilim.



This post first appeared on Bekar Baba, please read the originial post: here

Share the post

MeToo Hareketi Neydi? Neye Dönüştü?

×

Subscribe to Bekar Baba

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×