Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

Cinsel Taciz Olaylarında Sanat ve Sanatçıyı Ayırmak ve Etkileri Üstüne

“Sanatı, sanatçıdan ayrı değerlendirmek” olgusu gerekli midir, yoksa gereksiz midir tartışması, sanat sahnesinde çağlar boyunca sürmekte. Ne zaman bir sanatçıya ait suistimal ve benzeri olguları ifşa eden ses kaydı Veya video klibi ortaya çıksa, yorumlar cancel yani iptal kültürü tavrı ile işlenmiş olayı (kusur, kabahat veya suç olmasından bağımsız halde) mazur göstermeye çalışma arasında “iptal etmeye” veya tam tersine, mesleğin doğasına dayalı Olarak davranışı mazur göstermeye yönelik iletilerle dolup taşar. Bu iki kitle de, olayın ne olduğunu bir noktada unutur, kurbanın ne hissettiğini düşünmeden, kurban üstünden yorumlara devam ederken, olayın yarattığı hasarı daha da büyütürler.

Peki şöyle düşünelim. Eğitim seviyesi ne derece iyi olursa olsun, bir eğitim kurumunda cinsel taciz haberi okuduğunuzda, o öğretmene bir daha güvenir miydiniz? Mesleğe devam etmesini ne derece kabul ederdiniz, veya olayı “belki de şu yüzden olmuştur” diyerek mazur görmek aklınızdan geçer miydi? Yoksa okulu basıp öğretmeni linç etmek mi aklınızdan geçerdi? Peki hukuki süreç? Olayın ispatlanmasını bekleyebilir miydiniz?

Fotoğraf Sydney Sims – Unsplash

İster sanatçı, ister sporcu, ister kamusal alanda popülerliği bulunan başka meslekten birisi olsun, bir isme “sırt çevrilmesinin” birçok nedeni vardır elbette. Kimi futbolcu hastanede silah sıkar, kimi şair eşini döver, kimi şarkıcı sokakta gazetecilere saldırır, kimisi de sosyal medyada aptalca bir söylemde bulunur. Cancel culture denilen tavrın (yazının devamında iptal kültürü olarak belirteceğim) tehlikesi de her olaya aynı tavrı gösterebilirken, faillerin popülerliği gibi bir çok unsurdan etkilenerek bilinçsiz bir şekilde kimi iptal edeceğini tercih etme gafletidir. İşte tam da bu yüzden, yazıda iki unsura özen göstereceğim. Birincisi Türkiye’den herhangi bir isimden bahsetmeyeceğim, çünkü manasız tartışmalarla uğraşmak istemiyorum. İkincisi unsur ise ele alacağım durumlar sadece reşit olmayanların istismarı ve cinsel saldırı niteliğinde kanıtlanmış olaylardan ibaret kalması şeklinde olacak. Çünkü mağdur olanın en zarar gördüğü durumun bu olduğunu düşünüyorum.

Şahsen her insanın ikinci şansı hak edebileceğine, ders alabileceğine ve hatalarını telafi edebileceğine inanırım. Yine de karşısındakine zarar verici bir hareketi birden fazla yapan bir kişinin de düzelmeyi bir kenara bırakın, bu hareketinden hayasızca bir zevk aldığını bilirim. Bahsettiğim ikinci şansta ise şüphem vardır. Belki ilgili şahsın hayatında hiç bilmediğim bir noktada, tahmin edemediğim kişilere kasıtlı zarar vermişliği olabilir. Yine de herhangi bir şiddete, en son noktaya kadar şiddetle karşılık vermemeyi yeğlerim, üstüme iki kez yürüyen apartman yöneticisine sadece “beni rahatsız etme” diye bağırır, sonra da mahkemeye veririm. Çünkü onun istediği, öfkesini şiddetle bastırmaktır ki, ona asla bu istediğini vermem, o niyette olursam hem haklıyken haksız duruma düşerim, hem de onun çirkefi ile aynı seviyeye inerim. Çünkü bilirim ki, şiddetin kazananı olmaz. Musashi Miyamoto’nun sözleri ile “rakibini keserken, kendini de kesersin”.

İstismar, taciz ve ötesi durumlarda ise ikinci bir şansa, düzelme ihtimaline inanmadığımı belirtmek isterim. Evet, suç ispatlanana kadar, itham edilen kişi ile ilgili müspet veya menfi bir tavırda bulunmamaya özen göstersem de, bu tür bir suç ispatlandığında, çevremde barınmasını istememeyi en doğal hak olarak görürüm. Çünkü bu tür suçlar, kişinin insanlık tarihi boyunca en çok kontrol altında tutulması istenen güdülerini, en zarar verici şekilde kullanması ve verdiği bu zarardan sapkınca zevk almasını ispatlar. Bu durumda da, bu kişinin söyleyeceği söylemlerin en temel yapıtaşlarında bile gizli bir sapkınlığı beklemek çok da sert bir bakış açısı sayılmamalıdır.

Dahası günümüzde sanattan çok sanatçının ön plana çıkmaya başladığını da göz önüne almamız lazımdır. Geçmiş dönemlerde bir eseri kimin yaptığından çok, eserin meydana gelme aşamasındaki emek, kullanılan teknik vb olgular daha ön plandayken, günümüzde sanat eseri tanımının sınırları gitgide genişlemeye başlamış ve değerlendirmeler sıklıkla eser sahibinin kimliği ile de orantılı değişikliklere uğramaya başlamıştır. Bu hususta, değerlendirme kavramını da eskiden otorite sayılan kişi ve kurumların yaptığını, günümüzde ise sosyal mecralarda beğeni üstünden popülerleşme ve hype kavramının etkisini de hesaba katmamız gerekmektedir.

Tüm bunları üstüste eklediğimizde sanat ve sanatçı belki eski zamanlarda birbirlerinden daha kolay ayrıştırılabilen kavramlar olarak değerlendirilirken, günümüzde direk ve dolaylı nedenlerden ötürü birbirinden ayrılamaz unsurlar haline gelmeye başlamıştır. Van Gogh’un 3 eserinin ismini bilmeyen bir kişi, kulağını kestiğini bilebilir, Beethoven eserlerini hiç dinlememiş birisi sağır olduğundan haberdar olabilir. Ülkemizde de siyasi görüşlerini sosyal mecralarda paylaşan bir çok eser sahibi ve sanatçının konserlerini dolduran, kitaplarını satın alan kişilerin temel güdülerinde sanat eserine olan ilgiden çok, eser sahibi ile yakınlık hissetmesi yatmaktadır. Hatta eserlerini geçelim, sık sık uydurulan aforizmaların altına çeşitli tanınmış isimler konulduğunda, bu safsatalar viral olarak yayılırlar, çoğunlukla da bahsi geçen isimler “ben bunları söylemedim” diye açıklama yaparlar. Bu durum da, günümüzde toplumun bir söylem ve/veya eserin değerini çoğunlukla sahibine göre değerlendirme güdüsünü net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Buna benzer yüzlerce örnek, sanatçının, gitgide sanatından daha ön plana çıktığı bir dünyada, sanatı sanatçıdan ayırmanın imkansızlaştığı bir durumu göstermektedir.

Yasal olarak zararlı ve yasaya aykırı işlere bulaşmış sanatçıların listesini yapmaya kalksak, okumaya vaktimiz yetmeyebilir elbette. ABD Kongre Binasına saldırıda Iced Earth grubu üyesi Jon Schaffer vardı. Ted Nugent ise aşırı sağ ve faşizan söylemleriyle gündemde kaldı. Marilyn Manson ise istismar, taciz, tecavüz ve işkence suçlamalarıyla karşı karşıya. Çocuklara yönelik suçlarda bulunanlar da cabası.

Bu isimlerin çoğunu tanımıyor olabilirsiniz, ancak bu sorun geçmişte de vardı, günümüzde de devam ediyor. Elvis Presley eşi ile tanıştığında kendisi 24, eşi ise 14 yaşındaydı. Jimmy Page’in “sevgilisi” de 14 yaşındaydı mesela. Chuck Berry 33 yaşındayken 14 yaşında bir kızı eyalet sınırlarından kaçırmış ve bu suç yüzünden 2 sene hapis yatmıştı. Jerry Lee Lewis ise 13 yaşındaki kuzeniyle evlenmişti. Hatta bu isimlere David Bowie de eklenebilir diyeyim.

Peki sanatı sanatçıdan ayırınca ne mi oldu? Elvis Presley hala “kral” olarak biliniyor. Jerry Lee Lewis, Chuck Berry, Jimmy Page ise Rock Tarihi okurken sizlere efsaneler olarak anlatılıyor. Cinsel istismar suçlarını, neler olduğunu öğrenebileceğiniz kaynaklar ise ya hiç yok, ya da tarihin tozlu sayfalarında kaybolup gitmişler. Bulabileceğiniz bilgiler ise yüzeyseldir, ve dipnotlar halindedir. Kurbanın kim olduğu, neler yaşadığını bilemezsiniz, hatta çoğu zaman kurbanlar karalanmaktadır.

“Ben sadece müziğini seviyorum” tadında yaklaşımlar, istirmarcıları sorumlu tutmayarak, tacizci herhangi bir sanatçı, aktör/aktris, müzisyeni ne yaparlarsa yapsınlar kariyerlerinin etkilenmeyeceği bir dünyada yaşayabilecekleri fikrini beslemektedir. Birçok pedofili, tecavüz ve şiddet vakasının suç ortaya çıktıktan sonra savunmalarında karşı tarafa verdikleri zarardan çok, kendilerinin karşı karşıya kaldıkları yaptırımlara karşı duydukları pişmanlığı betimlemelerini de tam bu noktada eklemek isterim. Çünkü bu tür suçlar, bir anlık öfkeyle ortaya çıkan suçlar değildir, neredeyse tamamı planlı, programlı ve devamında suçu örtbas etmek üzere devam eden bir şiddet olgusunu içeren tavırlar gösterirler. İşte tam da bu yaklaşımda bulunan kişilerin eserlerinin satışının devam etmesi, popülerliğinin azalmaması, konserlerinin hala bilet satabilir olması, filmlerinin gişelerde kar etmesi, bu suçları işleyenlerin ceza almayacakları hislerini kuvvetlendirmektedir. Ve sanatı, sanatçıdan ayıran bu sistem, istismarcıların ellerindeki gücü korumalarına ve diledikleri gibi kullanmalarına izin vermektedir.

Bu noktada Bill Cosby örneğini araştırmanızı isterim. Ülkemizde de yıllarca yayınlanan Cosby Show isimli dizide, bir neslin baba figürü için rol modelini oynayan bu kişinin hakkında 60 kadın şikayetçi olmuş, dava yıllar sürmüş ve sonunda bir çok şikayette Bill Cosby’nin bu kadınlara yasadışı bir uyuşturucu verdiği ve sonrasında kendilerini çeşitli yollarla istismar ettiği ortaya çıkmıştır. Bu istismar ve tecavüz süreci 1960’larda başlayıp, 2010’lara kadar devam eden bir zaman içerisinde olmuştur. Bu kadar kadının yıllarca suskun kalmasının sebepleri de neredeyse tamamında aynıdır. Toplum önünde aşağılanma, baskı görme korkuları ve suçlunun gücü ile kendilerini bastıracağını bilmeleri yüzünden onlarca kadın, karşı karşıya bırakıldıkları iğrenç durumun yükünü yıllarca taşımak zorunda kalmıştır. Tüm bunlara rağmen Bill Cosby bir süre hapis cezası alsa dahi şu an serbest yaşamaya devam etmektedir.

Sonuç olarak, kişilerin hareketlerini desteklemiyorken, eserlerini destekliyor olmanız yeterli bir çözüm değildir. Kariyerlerinin doğası gereği bu isimlerin kişisel yaşamları ile kariyerlerinin getirdiği yaşam standartları diğer meslek gruplarına göre çok daha grift ve iç içedir. Şöhret, bu isimlere ayrıcalık sunarken, eserlerine gösterdiğiniz ilgi, harcadığınız para, verdiğiniz değer toplumda onlara büyük bir güç verir.

“Şöhret için saldırıyorlar” söylemi de, sıklıkla karşımıza çıkar. Bu söylem, her daim, mağdur kişinin, ünlü bir şahsı hedef alıp, maddi kazanç, tanınırlık gibi hedeflerine ulaşması amacında olduğunu tekrarlar durur. Kabul etmek gerekir ki, bazı durumlarda haksız da değillerdir, Woody Allen gibi bazı isimlerin bu tür suçlamalara maruz kaldığı ve mahkemelerde tamamen aklandığı durumlar da vardır. Hatta aklanmaları durumunda bile, atılan çamurun izi üstlerinde kalmaya devam eder. Yine de sorun şudur; bu aklanma durumları çok küçük bir orandadır. Ama bu söylemin asıl zararı, mağdur edilmiş tüm kişilerin ortaya çıkıp, suçluyu ifşa etmeden önce kendilerini güvende hissetmemelerini sağlamasıdır.

Şöyle anlatayım. Center for Relationship Abuse Awareness (İlişki İstismarı Farkındalık Merkezi) isimli sivil toplum kuruluşu, olguyu şu şekilde tanımlar; “Kurbanı suçlama tutumları, mağduru yalnızlaştırır ve istismarı bildirmeyi zorlaştırır. Mağdur, sizin veya toplumun taciz için kendilerini suçladığını düşünüyorsa, sizinle konuşurken kendilerini güvende veya rahat hissetmeyeceklerdir.” Mağduru suçlama tavrı, suçu istismarcıya değil, kurbana yükler. “Orada o saatte ne işi varmış?”, “Niye öyle giyinmiş ki?”, “Dişi köpek kuyruk sallamazsa…” kıvamlı yaklaşımlarla istismarcının davranışını normal görenlerin de, olası birer istismarcı olabileceklerinden şüphe etmemek elde değildir. Öyle ya, onların da karşısına “o saatte” bir kadın veya çocuk çıkabilir, “baştan çıkartıcı giyinmiş” bulabilirler, hatta “kuyruk sallamış” zannedebilirler.

Tecavüz ve cinsel saldırı, toplumda en az bildirilen suçlardan ikisidir. Peki neden hiç düşündünüz mü?

Tecavüzcülerin sadece %6 kadarının hapse girmesinden kaynaklanıyor olabilir mi? Veya cinsel saldırı mağdurlarının hayatları boyunca yaşadıkları utanç, korku, suçluluk hissi ve yalnızlıklarından kaynaklanıyor olabilir mi? Bu korkularında mağduru suçlamaya meyilli tavrın katkısı hiç yok mudur sizce?

Sonuç olarak ben de mükemmel değilim, hatta mükemmelliğin Apollon mitlerindeki kusursuzluk tanımlamalarıyla kitleleri daha faşizan ve ırkçı tavırlara sürüklediğini düşünürüm. Yine de sanatçıların ve ünlü isimlerin eylemlerinden sorumlu tutulmalarının, onları daha iyiye yönlendireceğine inanıyorum. Çünkü bugüne kadar gelen düzenden karşımıza çıkan manzaralar hiç iç açıcı görünmüyor, ve ne yazık ki sanatı sanatçılardan ayıran yıllar, tüm ünlü isimleri toplumsal ahlak kavramlarının dizginleyemediği tanrılar olarak görmeye koşullandırdı. Belki de ben dahil, hepimiz daha iyisini yapabiliriz.



This post first appeared on Bekar Baba, please read the originial post: here

Share the post

Cinsel Taciz Olaylarında Sanat ve Sanatçıyı Ayırmak ve Etkileri Üstüne

×

Subscribe to Bekar Baba

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×