Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

Konuk Yazar Sio: Anneannem

Karadeniz’in karanlık, okyanusvari dalgalarına atlamayı onunla öğrendim. Çilekleri fidelere basmadan toplamayı, kara lahana yapraklarını tavuklara yavaş yavaş yedirmeyi de. Ereğli’nin yamacında, sınırsız denizin üzerinden gün batımını seyreden dört katlı bir evi vardı; en üst katta da kocaman bir teras. Yazın hava sıcak olduğunda koca terası hortumlarla doldurup havuz yapmamıza izin verirdi. Terasın yanında ev yapımı kuskusların, tarhanaların kurutulduğu açık bir erzaklık vardı. Alt katta ise dikiş makinası ve çok sevdiğim kumaşlar, ipliklerle dolu bir oda. İkisinin de kokusu aklıma kazınmış.


Anneannem, annem ve teyzelerimle birlikte Akçakoca plajında

Anneannem topraktan gelmişti. Güçlü kuvvetli, yüksek sesle konuşan bir kadındı. Çocukken bize uçsuz bucaksız görünen küçük bahçesinde meyve ağaçları, sebzeler, yapraklar arasında tavuklar koşuştururdu. Annem ve teyzelerimin her birinin erik ağacı ayrıydı. İçlerinde en yaramazları olan Semra Teyze çocukluğunda ağaç tepelerinden inmezmiş. Anneannemin erkek kardeşi Nihat Dayı hiç evlenmemişti. Onun da Akçakoca’da fındık tarlaları içindeki evinin önünde kim bilir kaç yaşında dev bir dut ağacı vardı. Altına çarşaf tutup ağacı sallardık. Tepsiler dolusu dut aynı gün yenirdi.


Anneannem Bağlık’ta beni çilek toplamaya götürürken

Dört kız, dört damat, dokuz torun, sayısı her sene artan gelinlerle damatlar ve sonraları dört de küçük torunu beslemek kolay değil. Mantı, pilav üzeri köy tavuğu, süzme yoğurt ve sakızlı muhallebi en çok yaptığı yemeklerdi. Çoğunun ismini bilmediğim malzemelerin bulunduğu erzak dolabı mutfağın dışında, balkondaydı. Onun için sağlık öncelikliydi. Yemek yiyeni severdi. Dut şurubu, bal, limon, yoğurt şifalı yiyeceklerdi. Sabahları bir kaşık balı herkese yuttururdu.

Anneannemin evinde sonsuz bir rahatlık vardı. Yarıyıl ve yaz tatillerinde mutfakta kazanlarla yemek pişerken kuzenlerimle oturma odasındaki kanepelerin yastıklarıyla merdivenden kayma yarışları yapardık. Bir tek misafir salonunun kapısı kilitli olurdu. Zaten orası İstanbul’daki evlere benzediğinden pek eğlenceli değildi. Salonun kapısı, yüksek sesle konuşan, şakalaşan arkadaşları geldiğinde açılırdı. Biz ise çayların, böreklerin, iskambil kağıtlarının arasında koşuştururduk. Önemli bir konu konuşulduğunda yabancı bir dilde, sessizce konuşmaya başlarlardı. İngilizce gibi birşey olduğunu varsaydığım o dilin Lazca olduğunu çok sonradan öğrendim: ‘Bizde Lazlık var mı?’ diye sorduğumda ‘E kızım, ben neyim?’ demişti.

Annemin ailesinde dertler ve tasalar çocuklara anlatılmazdı. 93 harbinde Kafkasya’dan göç etmiş bir aileden gelip, annesini çok küçük yaşta kaybettikten sonra ‘Karadeniz’de gemileri batmış’ bir aileye gelin gitmiş olmasına rağmen anneannem hep dimdik ayaktaydı. Hasta olduğunu, şikayet ettiğini hiç duymadım. Belki de hayatın getirebileceği en kötü şeyleri iyi bildiğinden, bizlerin moralini bozacak konular onun için pek önemli olmazdı. Mühim ve her zaman öncelikli olan konu çocuklardı, sağlıktı, çalışmaktı. Erkenden kalkardı. Erken kalkan yol alırdı.


Aile yadigari Bindallı İle

Sokak çocukluğuna o zaman sokaklarında oynanan Emirgan’dan aşina olsam da, ince detaylarını Ereğli’de öğrendim: ayakta zor duran, kırık basamaklı merdivenleri her an yıkılabilir hissi veren, gizemli, terkedilmiş taş evler; çöp kutularında patlayan fitiller; komşu bahçeden erik çalma teknikleri; dev ağaç gölgelerinden kıvrılarak çarşıya inen, yürümekten aşınmış, araba girmeyen merdivenli yokuşlar; 5 dakikada koşarak birşeyler alıp vermeye gidilen eş dost ve akraba evleri.

Dedem hayattayken her öğlen dükkanına evden yemek götürülürdü. Biraz büyüyünce bana da bu görev verilmeye başlandı. O dükkanın üst katında yemek yerken ben de ona eşlik ederdim. Günün kalanında kasaya oturup gelen gidenle ilgilenirdim. Renkli kumaşları, dikiş malzemelerini, kutular dolusu düğmeleri incelemeyi severdim. Arada sıkılınca dükkanın diğer ucunda oturan Rıfat Dayı ile altın renkli terazi ağırlıklarında matematik işlemleri yapardık.

Dedemin yeğeni Rıfat Dayı evin en alt katında, ayrı bir dairede yaşardı. Bekardı, çocuğu yoktu. Bir defasında üst katta inşaat olduğu için onun evinde kalmıştık. Guguklu saatinden kuşlar saat başı dışarı çıkardı. Hasan Dedem ve Rıfat Dayı, her gün işten birlikte dönerken bize Dido, Tadelle, Tipitip ve renkli şekerler getirirlerdi. Akşam yemeğinden sonra, evin altını üstüne getirmemize itiraz etmeden sessizce gazete okurlardı. Dedem bir akşam artık ne yaptıysak dayanamayıp bizi uyarmış. Ben de ona ‘Dede, sen gazeteni oku’ demişim. Anneannem son yıllarında sık sık gülerek bana bu lafımı hatırlatırdı. Bana son söylediği şey de bu oldu.

Annem, anneannemin vefatından birkaç gün önce rüyasında rahmetli babasını Ereğli’deki dükkanında davet verirken görmüş. Onu son görüşüm hastanede bilinci kapalıyken oldu. Bir saat sonra her zamanki gibi kimseyi üzmeden, her zamankinin aksine sessiz sedasız gitti.

Işıklar içinde yat, seni çok seviyoruz.

Related posts:

  1. Konuk Yazar Sio: ‘Dünyanın En Kötü Yönetim Şekli’ Demokrasi Her Yerde; Kadınlar Nerede?


This post first appeared on Sarapci.com, please read the originial post: here

Share the post

Konuk Yazar Sio: Anneannem

×

Subscribe to Sarapci.com

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×