Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

Bölüm 16 - Tutsak

  Projelerde çalışmaya başladıkları günden bu yana tam üç ay geçmişti. Bu üç aylık süreç boyunca projelerde olumlu ilerlemeler kaydedilmişti. Semih, Udo ve Sinem o kadar yoğunlardı ki, haftada sadece bir gün görüşebiliyorlardı. Arkadaşlıkları ilk zamankine göre daha da kuvvetlenmişti artık. Birbirlerini kolluyor ve destek oluyorlardı. Semih üç ay boyunca başka bir not almamıştı. Bu notların ona şaka olsun diye dolabına konulduğunu düşünüyordu. Ancak zihninde bir yerde hala bir gizem olabileceğine inanıyordu. Araştırma merkezinin belirli bölgelerine kıyamet sayacı dedikleri saatleri koymuşlardı. Bunlar felaketlerin başlayacağı zamana doğru geri sayıyordu. Çalışan herkes bu saatlere baktıkça geriliyordu ancak başlarına gelecek şeylerin farkında olmaları gerekiyordu. Sonuçta insan ırkının sonu söz konusuydu.

  Şekil değiştiren projesinde olumlu gelişmeler kaydedilmişti. Eskiden 115 bin mikro robottan oluşan sistemin 270 bin robotla çalışılması sağlanmıştı. Yeni sistemde 30 bin düşünen, 60 bin koordinatör, 50 bin onarıcı ve 130 bin kabuk robot vardı. Üç ay önceki halinden daha hızlı şekil değiştirebiliyordu. Eskiden insan formuna dönüştüğü zaman yürümede zorluk çekiyordu. Yapılan çalışmalar sonucunda yürümedeki dengesi mükemmel hale getirildi. Dahası artık koşabiliyordu. Ayrıca mikro robotlar üzerine monte edilen kameralar sayesinde arkasında duran görüntüyü önüne yansıtarak görünmez olabiliyordu. Bu şekil değiştirenin yeni ve en büyük özelliğiydi. Felakete neyin sebep olacağını bilmedikleri için bu projeyi ona karşı savaşmak adına oluşturmuşlardı. Amaç bir nevi savaşçı robot yapmaktı. Dr. Krueger bir savaş aracı tasarladıkları için utanç duyuyordu, ancak karşılaşılacak felaket karşısında başka opsiyonu yoktu. İnsanlığı kurtarmak için bunu yapmak zorundaydılar. Şekil değiştiren artık çok başarılı bir robottu. Geliştirmeleri tamamlanmıştı. Her gün teste tabi tutuluyor ve eksiklikleri giderilmeye çalışılıyordu. Projenin tamamlanması için belirlenen sürenin dolmasına iki gün kalmıştı ve son bir kaç gündür testlerde hata ile karşılaşılmıyordu. Proje zamanında tamamlanmıştı.

  Semih çalıştığı sürede Athena’nın karar mekanizmasını geliştirebilmişti. Artık daha hızlı ve daha mantıklı kararlar veriyordu. Ayrıca Athena üzerinde yapılan diğer çalışmalarda öğrenme algoritması geliştirildi. Aldığı bilgileri daha hızlı depoluyor, daha hızlı sınıflandırıyor ve birbiri ile daha detaylı ilişkilendiriyordu. Athena’da kendini bu süreç zarfında geliştirmişti. İşletim sistemini sürekli yeniliyor, veritabanını daha verimli hale getiriyordu. Kendini geliştirebilmesi onun en büyük özelliğiydi. Semih projede çalışmaya başlayınca neden Athena’nın internete bağlanmaması gerektiğini öğrenmişti. O kadar bilgili ve o kadar gelişmişti ki, internete bağlandığı anda tüm dünyadaki bilgisayarları kontrol edebilirdi. İnternete bağlanılamayacağı için onu farklı türde eğitiyorlardı. Düzenli olarak e-kitap ve makale okutuyorlar, filmler, belgeseller ve eğitim videoları izlettiriyorlardı. Athena öğrendiği bu bilgileri kendine göre ilişkilendiriyordu. Bu ilişkilendirmenin sonucunda da bazen yeni icatlar tasarlıyor, bazende yeni teoriler ortaya atıyordu. Araştırma merkezindeki herkes onun yaratılmış en büyük yapay zeka ve hatta en büyük zeka olduğunu düşünüyordu. Bugüne kadar satrançta onu yenebilen kimse olmamıştı. Projenin geliştirilmesi daha da devam edebilirdi ama şu ana kadarki sonuçları onun tamamlanmış olduğunu gösteriyordu.

  Geleceği görme konusunda yapılan çalışmalar daha iyi sonuçlar veriyordu artık, ancak hedeflenene yaklaşılamamıştı bile. Profesör Lauper’in ekibi gece gündüz çalışmıştı. Gerekli olduğu zamanlar Dr. Krueger ve Matthew’da onlara yardım ediyordu. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar Kaos’un Gözü 60 yıl önce yapılan cihazla aynı başarıyı gösteremiyordu. Hiç kimse 60 yıl önce bunun nasıl başarılabildiğini anlamamıştı. Proje önceki haline göre daha iyi ileri görüş yeteneğine sahipti. Kapalı bir ortamda; ekstrem değişiklikler olmadığı sürece, teorik olarak üç ay sonrasını tahmin edebiliyordu. Yapılan testlerde son üç haftayı başarılı olarak görebilmişti. Üstelik kesin sonuçlar verebiliyordu. Projeyi geliştirenler bu durumdan memnundu, ancak Matthew ve Dr. Kemp hoşnut değillerdi. İnsanlığı kurtarabilmek için daha fazlasını yapmaları gerekiyordu. Kaos’un gözü maalesef bunun için yeterli olmayacaktı. 

  Sinem’in çalışmaları göz dolduruyordu. Sinem gerçekten çok zekiydi ve aksiliklere karşı çok iyi çözümler üretebiliyordu. Bitkilerin gelişmesini önlemek ve belirli bir düzeyde kalmalarını sağlamak için başarılı çalışmalar yapmıştı. Dionysos projesi insanlığın devamı için çok önemliydi. Yaşanacak felaketler sonucunda yiyecek bulmak ciddi sıkıntı olacaktı. Dr. Krueger ve Matthew’in tahminleri kıtlık olacağı yönündeydi. Kıtlığın önüne geçilmesi için bitkilerin hızlı büyüyebilmesi ve üç ay öncesinin aksine büyümelerinin durabilmesi gerekiyordu. Hayvanlarda hücreler belirli sayıda bölündükten sonra gelişmesi duruyordu. Sinem hayvan DNA’larını inceleyerek bunun hangi genler sayesinde yapıldığını buldu. Devam eden çalışmalarda ekip bu genleri bitkilere transfer etmeyi başarmıştı. Ayrıca Planarya yassısolucanlarının kendini yenileme özelliğini hangi genler ile yaptıklarını buldular ve bitkinin gövdesindeki hücrelere bu özelliği eklediler. Bitkiler artık büyüdüklerinde belirli bir seviyede durabiliyorlardı. Üstelik kendini yenileme özelliği olduğu için bitki uzun süre canlı kalıyor ve bolca ürün veriyordu. Son bir kaç haftada meyve ve sebze olarak toplamda iki yüz elli türü başarılı bir şekilde oluşturabilmişlerdi. Oluşturdukları bu türlerin tohumlarını üreterek depoluyorlardı. Böylece kıtlık durumunda bu tohumlardan meyve ve sebze üretebileceklerdi. Sinem çalıştığı sürede Dr. Malinsky’nin gözde elemanı olmuştu. İkisi çok iyi anlaşıyorlardı ve beraber çok iyi çalışıyorlardı. Dr. Krueger projenin olumlu ilerleyişinden memnundu. Üç ay önce bu proje hakkında olumsuz düşünceleri vardı ancak Sinem sayesinde artık başarılı bir proje olduğuna inanıyordu. Felaket durumunda insanların korunabilmesi için dünya üzerindeki her ülkeye toplamda bin adet gizli sığınak yapılmıştı. Bu sığınaklar her bir ülkenin desteği ile oluşturuldu ve insanların uzun süre yaşabilmesi için tasarlandı. İçerisinde yaşam alanları vardı ve bin kişinin yaşamasına olanak sağlıyordu. İçlerinde bitki yetişmesini sağlayacak seralar yapılmıştı. Tohumlar bu sığınaklara gönderiliyor ve bitkilerin geliştirilmesi sağlanıyordu. Sığınaklar nükleer saldırı ve salgın hastalıklar göz önüne alınarak yerin altına inşaa edildi. Dünya nüfusu düşünülünce sığınaklar yetersizdi. Ancak daha fazlasını yapmak maallesef mümkün değildi.

  Soğuk füzyon projesinde işler karışmış durumdaydı. Akü boyutundaki bataryalara CF3, pil boyutundakilere ise CF4 modeli deniliyordu. CF3 modeli başarılı bir şekilde çalışıyordu ve aylardır sorunsuz işlevini yerine getiriyordu. CF4 modeli bataryalar ise sadece test aşamasındaydı. Bir kaç hafta olumlu sonuçlar vermişti ancak daha uzun süreli testler gerekiyordu. Udo bu bataryaların tehlikeli olduğunu düşünüyordu. Çalışmalarını bile mucize olarak nitelendiriyordu. Matthew bu bataryalar konusunda çok ısrarcıydı. Bataryalarda tohumlar gibi sığınaklara depolanmaya başlamıştı. İlk bir kaç sığınağa CF3 modeli bataryalar yerleştirilmişti. Depolanan bataryalar bir kaç yüzyıllık enerji ihtiyacını karşılayabilirdi. Ancak CF4 modeli bataryalarla sadece bir kaç haftalık test yapılmasına rağmen Matthew bunların üretimini onayladı. Udo’nun dahil olduğu bir kaç bilim adamı bu karara itiraz etti ancak sonuç değişmedi. Diğer tüm sığınaklara CF4 modeli bataryalar gönderilmeye başlamıştı. CF4 modelleri, başarılı olması halinde CF3’e göre üç kat daha uzun süre enerji sağlayabilecekti. Dr. Krueger ve Matthew bile bu konuda anlaşmazlığa düşmüştü ancak CF4 bataryalar her koşulda üretilmişti. Bir grup bunun büyük bir başarı olduğunu düşünüyordu. Başka bir kesim ise bunun tehlikeli olduğu ve korkunç sonuçlar doğurabileceği inancındaydı.

  Her Cumartesi akşamı yaptıkları gibi Semih, Udo ve Sinem tekrar buluşmuşlardı. Haftada  sadece bir gün buluşabiliyorlardı sonuçta. Geceleri bile çok az uyuyorlardı. Bu haftalık sohbetler onların yenilenmesini sağlıyordu. Arada bir işten uzaklaşmak ve biraz sohbet etmek onlara iyi geliyordu. Üçlü kafede oturmuş kahvelerini yudumluyordu. Udo her zamanki gibi enerjikti. “Semih senin proje nasıl gidiyor? O Athena manyağıyla sekiz kez satranç oynadım hiç birinde kazanamadım. Dürüst olmam gerekirse o hasta ruhlu program bozuntusunda nefret ediyorum. Ama ilginç bir şekilde ne halde olduğunu merak ediyorum.” dedi. Bunu söylerken yüzünde muzip bir tebessüm vardı. Semih bir kahkaha attı. “O manyaktan hangimiz nefret etmiyor ki? Ben on üç kez oynadım ve hiçbirinde yenemedim. Dürüstçe söyliyim gerçekten sinir bozucu. Ama beni rahatsız eden başka bir şey var.” dedi. Bunu söylerken suratında garip bir ifade vardı. Udo “Hamile değil mi? Hep o ruh hastasının boy boy tablet bilgisayarlar doğrumasını hayal ettim, sonunda gerçek oldu değil mi?” diye araya girdi. Yüzünde hala o muzip ifade vardı. Sinem ve Semih bu lafın üzerine kahkahayı bastı. Semih “Dostum lütfen, bir tanesine zor tahammül ediyorum zaten. Bir de çocukları olursa kafayı yerim. Şaka bir yana Athena’nın çok garip davranışları var. Normalde kendine özel bir klasör yapısı oluşturur. Klasörün adına araştıracağı konunun adını verir. O konu hakkında bağdaştırdığı her bilgiyi ve dosyaları bu klasör altında istifler. Biz bu klasör yapısını inceleyerek ne planladığı konusunda tahminlerde bulunabiliriz. Bu bir çok kez işimize de yaramıştır. Sonuçta her şeyi bulamıyor. Bazı şeyleri gözden kaçırabiliyor. Biz araştırmalarını incelediğimizde ise onun gözden kaçırdıklarını farkedip yeni keşiflerde bulunabiliyoruz. Fakat oluşturduğu bir klasör var ve ona erişmemize izin vermiyor. Klasörün içeriğini göremiyoruz.  Oluşturduğu klasörün adı Tümör. Ancak bunu neden oluşturduğu konusunda ve ne araştırmalar yaptığı konusunda hiç bir fikrimiz yok. Tek bildiğimiz bu araştırma için daha önce yaptığı tüm araştırmalardan daha fazla bilgi depoladığı. Klasörün boyutu dışında hiç bir şey yok elimizde. Ne araştırdığını sorduğumuzda ise sürpriz olduğunu söyleyerek cevabı geçiştiriyor.” dedi. “Belki de kansere çözüm bulmaya çalışıyordur. Bu gerçekten büyük bir sürpriz olurdu kabul et.” dedi Sinem. Semih bu varsayımdan memnun değildi. “Bilmiyorum, bu onun yapısı değil. Bu şekilde daha önce hiç davranmadı. Normalde tüm sisteme erişimimiz olduğu halde o klasörü bize karşı koruyabilmesi bile imkansız geliyor. Sanırım bu cihaz düşündüğümden daha zeki.”.

  Semih’in problemiyle ilgili kimsenin bir yorumu yoktu. Üçü de sessizliğe bürünmüştü ama kimseden bir ses çıkmadı. Udo konuyu değiştirmenin daha doğru olacağını düşündü. “Neyse senin manyağı boşver, peki Sinem sıra sende. Söyle bakalım senin proje nasıl gidiyor?” Diye Sordu. “Fena gitmiyor. Bu hafta sekiz yeni türü daha geliştirmeyi başardık. Ne kadar çok türün tohumlarını geliştirebilirsek o kadar türün soyunun tükenmesini engelleyebiliriz sonuçta. Kısacası benim tarafımda durumlar gayet iyi. Asıl senin projede işler karışık. Sen anlat bakalım nasıl gidiyor?” dedi Sinem. Udo bu anın gelmesinin bekliyor gibiydi. “Sorduğun için teşekkürler. Benim proje bildiğin gibi berbat durumda. Dr. Kemp inatla o bataryaların üretimini devam ettiriyor. Umarım sonu felaket olmaz. Ancak projeyi bir kenara bırakırsak benim size anlatacak başka bir şeyim var. Gizemli ve cezbedici bir şey.” dedi Udo. Semih ve Sinem şaşırmıştı. “Neymiş bakalım senin şu gizemli şeyin?” Diye Sordu Sinem. “Tamam hazır olun anlatıyorum. Yalnız şunu belirtmeliyim. Burada anlattıklarım sadece üçümüzün arasında kalacak. Başka kimse bunları duymamalı.” dedi Udo. Bunu söylerken çok ciddiydi. Sinem ve Semih gizli kalacağını ifade edecek şekilde başını salladı. Udo onlara güveniyordu. “Tamam şimdi beni dinleyin. Bildiğiniz gibi benim iznim beşinci seviye.” dedi. Bunu söylerken ukala bir tavır sergilemişti. Semih ve Sinem, Udo’nun dalga geçtiğini biliyordu. “Evet bay ukala, seninki beşinci seviye.” diye araya girdi Sinem. “Evet beşinci seviye. Bildiğiniz gibi bu araştırma merkezi dıştan içeri doğru güvenlik seviyesi artarak ilerliyor. En iç kısımda da beşinci seviye var. Beşinci seviyede farklı araştırmaların yürütüldüğü dört farklı laboratuvar var. Bu laboratuvarlar artı şeklinde dizilmiş dört adet koridorla ayrılıyor ve her koridorun ucu bir alt seviyeye çıkıyor. Bu koridorların birleştiği yerde ise neredeyse bir oda büyüklüğünde kolon var. Kolonun dört bir yanı, çalışanların arada incelemesi için ahşap kitaplıklarla çevrili. Aylık yayınlar, referans kitaplar ve benzeri dökümanlar bulunuyor bu kitaplıklarda. Her neyse, geçen gün laboratuvardan çıktım. Kitaplığın orda Dr. Kemp’i gördüm. Selam verdikten sonra koridorun sonundaki çıkış kapısına doğru yürüdüm. Bir kaç saniye sonra arkamdan garip bir kaç ses geldi. Dr. Kemp kolonun görmediğim tarafında kalıyordu. Bir şey mi oldu diye gidip kitaplığa baktığımda orada kimseyi göremedim. Bu size ilginç geldi mi?” dedi Udo. “Laboratuvarlardan herhangi birine girmiş olabileceğini hiç düşündün mü?” diye sordu Semih. Udo’nun anlattıkları hiç heyecan verici bulmuyordu. Udo yine ukala tavrını takınmıştı. “Böyle diyeceğini tahmin etmiştim. Çünkü bende o an böyle düşündüm yalnız herhangi bir kapıdan o tarz bir ses geldiğini daha önce duymamıştım. Bir süre kitaplığı inceledim. Ahşap olduğu için yerinden oynatabileceğimi düşündüm ve kenara çekmeye çalıştım. Yerinden kımıldamadı. Bu bana çok ilginç geldi. Başka bir kitaplığı kımıldatmayı denedim ve başarılı oldum.O kitaplıktan iyice şüphelenmeye başlamıştım. Üzerindeki kitapları incelerken ‘Jeolojinin Temelleri’ diye bir kitaba rastladım ve bu beni çok rahatsız etti. O an aradığım şeyi bulduğumu biliyordum.” dedi Udo. Sinem “Bu niye bu kadar ilginç geldi anlamadım. Özellikle temelleri içeren kitaplar bulunuyor zaten o kütüphanelerde.” dedi. Udo ukala tavrıyla “Evet doğru. Ve o kitaplıklarda projelerle alakalı kitaplar bulunur. Sorun şu ki beşinci seviyede jeoloji ile yakından uzaktan alakalı herhangi bir proje yok.” dedi. Semih ve Sinem şaşırmıştı. Bunun garip olduğunun ikiside farkındaydı. Semih gözden kaçırılmış bir şey olabileceğini düşünüyordu ama bu araştırma merkezi için bu düşünce çok mantıksızdı. Udo anlatmaya devam etti. “Kitabı yerinden çıkardım ve inceledim. Kitapta ilginç hiç bir şey yoktu. Fakat daha önceden de hatırladığım kadarıyla kitap aylardır hep aynı yerde duruyordu. Bende kitaplıkta kitabın durduğu yere baktım. Karanlık olduğu için bir şey görünmüyordu. Bende elimle yoklamayı denedim. Elim kitaplığın arka yüzeyinde bir çıkıntıya temas etti. Peki onu ittirdiğimde ne oldu dersiniz. Önce bir tıkırtı duyuldu. Sesi duyunca geri çekildim. Bir kaç saniye geçtikten sonra kitaplık sola doğru kaymaya başladı ve karşıma bir kapı çıktı. Bu muhtemelen bir asansör kapısıydı ve üzerindeki panelde ne yazıyordu biliyor musunuz? Altıncı seviye yazıyordu.”. Semih bunu duyunca irkilmişti. Üç ay önce dolabında bulduğu notta yazan şey gerçekti. Bu binada gerçektende altıncı bir seviye vardı. Şok olmuştu adeta, ancak bozuntuya vermemeye çalışıyordu. Sinem şaşkın bir tavırla “Bak işte şimdi gerçekten ilginçleşmeye başladı.” dedi. Udo kendinden emin bir tavırla ekledi “Şimdi size dahada güzel bir şey söyleyeceğim. Benim bir planım var.”.

  Semih ve Sinem, Udo’yu heyecanla dinliyorlardı. Bunca zaman yoğun ve rutin çalışmadan sonra heyecan verici bir şeyler duymak hoşlarına gitmişti. Sinem’in aksine Semih için altıncı seviye büyük önem taşıyordu. Bu yüzden orası hakkında her şeyi bilmeliydi. “Benim bir planım var ve bizi altıncı seviyeye sokabilirim.” dedi Udo. Semih ve Sinem şaşırmıştı. Sinem “Oraya girip ne yapacaksın sorabilir miyim?” dedi. “Biraz düşünsene Sinem. Bize beş sayfalık çıktıdan bahsettiler ve bugüne kadar o çıktıları sadece üç kişi gördü. Çıktıları odalarında saklayacak halleri yok ya. Bu kadar önemli oldukları için onları saklayacakları tek yer burası. O çıktıları görmek ve neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek istemiyor musun?” diye sordu Udo. Sesinin tonundan bunu gerçekten istediği belliydi. Sinem bir an duraksadı “Şey... elbetteki istiyorum ancak bu çok riskli.” dedi. “Ne yapacaklar, bizi tutuklayacaklar mı?” diye karşılık verdi Udo. “Evet bu olası. Hep beraber hapishaneye tıkarlar bizi. Orada devam ederiz sohbete.” diye cevap verdi Sinem. Alaycı bir ses tonu vardı. Udo dalga geçer bir ses tonuyla “Hangi hapishaneye Sinem?” diye sordu. Sinem bu soruyu garipsemişti. “Nasıl yani haberiniz yokmu? Araştırma merkezinin doğu çıkışının sonunda bir hapishane var.” diye cevapladı. Udo ve Semih çok şaşırmıştı. “Hapishane mi? Araştırma merkezinde bir hapishane mi var?” dedi Semih. Bir araştırma merkezinde hapishane olması ona çok saçma geliyordu. Udo’nun düşünceleri Semih’inkilerden farklı değildi. “Arkadaşlar geldiğimiz ilk gün dahi etrafımızda silahlı adamlar vardı. Sizce bu silahlı adamlar neden burada. Sonuçta düşünün burası ciddi anlamda güvenlik gerektiren kritik çalışmaların yapıldığı bir yer. Birisi zıvanadan çıksa ve problem yaratmaya kalksa nasıl zapt edecekler? Ayrıca aldığım duyumlara göre şu an bir tutsağımız varmış. Hatta bizim buraya geldiğimiz günden beri içerdeymiş. Yalnız kimse onun kim olduğunu ve niye içeri atıldığını bilmiyor.” diye devam etti Sinem. Udo meraklı bir ses tonuyla “Sen bu duyumları kimden alıyorsun? Ah, dur tahmin edeyim şu seksi güvenlik görevlisi Robert anlatıyor değil mi? Aranızda bir şey yok mu hala?” diye sordu. Sinem ile Robert’ı bir kaç kez beraber görmüştü Udo. İyi anlaştıklarını fark etmişti. Sinem utangaç bir tavırla “Evet Robert’tan öğreniyorum doğru ancak aramızda bir şey yok. Sadece iyi anlaşıyoruz o kadar. Ve evet gerçekten seksi.” diye cevapladı Sinem. Bunu söylerken suratında muzip bir ifade vardı. Robert’ı çekici buluyordu şüphesiz. Semih bu konuşmadan rahatsız olmuştu. Sinem’in bir başkası ile yakın olması onu rahatsız ediyordu. Konuyu değiştirmesi gerektiğini düşündü. “Eee peki senin planın ne Udo?” diye sordu. “Sizi bilmiyorum ama ben oraya girmek istiyorum. Aylardır bir hiç için uğraşmadığımın kanıtını görmek istiyorum.” diye ekledi. Sinem ve Udo, Semih’in bu tavrına şaşırmıştı. Bu ondan beklenmedik bir şeydi. Udo Semih’in yaklaşımını beğenmişti. “Tamam anlatıyorum. Öncelikle şunu söylemem gerek. Kapıyı açmak için altıncı seviye giriş izni ve retina taraması gerekiyor.” dedi. Sinem dalga geçen bir tavırla “Dur tahmin edeyim Matthew’in gözünü çıkartacağız.” dedi. “Aslında ilk düşüncem buydu ki emin ol bazen gerçekten o adamın gözlerini oymak istiyorum ama hayır planım bu değil. Öncelikle retina taraması için hazırladığım mikro çipi kullanacağız.” dedi Udo. Semih ve Sinem şaşırmış bir şekilde ona bakıyorlardı. “Tamam geçmişimde retina tarayıcılarıyla ilgili nahoş şeyler var ama bu kısım sizi alakadar etmiyor. Her neyse, retina tarayacısının içerisine, hazırladığım mikro çipi yerleştireceğim. Bu mikroçip Matthew bir daha içeri girdiği zaman tarayıcıdaki veriyi kaydedecek. Böylece biz retina taraması esnasında bu veriyi cihaza gönderdiğimizde bize kapıyı açacaktır. Daha önce yaptım işin bu kısmı bende. Size düşen kısım ise şu. Sinem, senin şu Robert güvenlik kartlarının olduğu bölümde görevli doğru mu?” diye sordu. Sinem evet diye cevap verdi. “Senin yapman gereken Robert’ı ve beraberinde oradakileri oyalaman. İnsan ilişkilerin iyi olduğu için bunu yapma konusunda başarısız olmayacağını düşünüyorum. Matthew her gün yaklaşık beş saat laboratuvarda çalışıyor ve eşyaları masasına bırakıyor. Ben Semih’i gizlice beşinci bölüme sokacağım. Semih tuvalette beklerken ben Matthew’in kartını alacağım. Onun kartını Semih’e vereceğim. Semih kartı alıp yeni kartların verildiği bölüme gidecek. Orada kartları çoğaltan bir cihaz var. Sinem sen oradakileri oyalarken Semih Matthew’in kartını çoğaltacak ve işi bitince seni alarak beşinci seviyeye gelecek. Ben Matthew’in kartını geri koyduktan sonra yanınıza geleceğim ve beraber altıncı seviyeye gireceğiz.” dedi. Bunu anlatırken planın başarılı olduğunu düşünüyordu ve gurur duyuyordu. Sinem huzursuz olmuştu. “Bence gayet başarısız bir plan. Bu mümkün değil.” dedi. Udo cevaptan memnun olmamıştı. Semih araya girdi. “Ben varım. Dediğim gibi burada ne için bulunduğumu bilmek istiyorum.” dedi. Bunu söylerken ses tonu çok kararlıydı. Udo bunu duyduğuna sevinmişti. “Eee, peki sen ne diyorsun Sinem?” diye sordu. Sinem bir süre düşünceli bakışlarla etrafı süzdü. Sonra derince iç çekti. “Hadi yapalım şu işi.” diye cevapladı. 

  Elini sertçe masaya vurdu ve gürültülü bir kahkaha attı. “Evet dostum çok doğru söyledin. Lanet olsun, arada bir buraya gelmelisin. Bütün gün bu masada oturup boş hücreleri bekliyorum. Gerçekten çok sıkıcı.” dedi Dirk. Hapishanede nöbet tutan güvenlik görevlilerinden biriydi. “Haklısın dostum. Benim tarafta da işler çok sıkıcı. Şu kahrolası yemini etmiş olmasak bu tımarhanede bir dakika bile durmazdım.” dedi Wilhelm. O da araştırma merkezinin batı kanadında çalışıyordu. “Gerçekten hepsi boş mu bu hücrelerin?” diye sordu Wilhelm. Dirk tam cevap verecekken koridorun ucundaki hücreden gürültü gelmeye başladı. Birisi derin derin nefes alıyordu. Spor yapar gibi bir hali vardı. Dirk Wilhelm’e döndü. “Sadece bir tane tutsağımız var ve adam manyağın önde gideni. Her gün böyle spor yapıyor. Son bir iki hafta neyseki duruldu. İnanır mısın bir keresinde adamı sorguya sekiz kişi götürdük. Hayatımda bu kadar kuvvetli ve iyi dövüşen bir adam görmedim. Adam yaban domuzu gibiydi, zaptedemiyorduk. Adamın attığı yumruk yüzünden bir hafta çenem ağrıdı.” dedi Dirk. Wilhelm çok şaşırmıştı. “Burada böyle belalı tipler olur muydu?” dedi. Böylesine tehlikeli bir adamın bu araştırma merkezinde olması onu gerçekten şaşırtmıştı. “Evet, garip değil mi? Bu domuzu öldüreceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum.” diye bağırdı. Hücredeki adamın bunu duymasını istiyordu. Hücreden gelen sesler birden kesildi. “İki gün sonra şansın olacak. İyi değerlendirmeni öneririm aksi takdirde ben seni öldüreceğim.” dedi tutsak. Dirk ve Wilhelm bu cümleyi garipsemişlerdi. Dirk “Üç aydır içerde ya, kafası güzelleşmiştir herifin. Arada böyle saçma cümleler kurabiliyor. Tabi tabi değerlendiririm.” diye cevapladı. Hücredeki adam düşünceli bir şekilde yere bakıyordu. Uzamış sakal ve saçlarının arasında suratı kaybolmuştu. Yüzünde hoşnut bir tebessüm belirdi ve sessizce “Ben uyardım.” dedi.




This post first appeared on Tümör, please read the originial post: here

Share the post

Bölüm 16 - Tutsak

×

Subscribe to Tümör

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×