Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

Bölüm 17 - 6

    Uyandırma alarmı koridorda yankılanıyordu yine. Semih yatağında oturmuş sessizce alarmı dinliyordu. Bütün gece uyuyamamıştı. Dün akşam konuştukları konu onu çok germişti. Evet o bölüme girmek istiyordu, yanlız neden olduğunu kendisi de bilmiyordu. Üç ay önce bulduğu notta oraya girmesi gerektiği yazıyordu. Peki sadece bir notun üzerinde yazıyor diye oraya girecekmiydi gerçekten? Udo’nun planını düşündü. Onun retina tarayıcıyı halledebilecek olması Semih’i şüphelediriyordu. Bir fizikçi bu konuda nasıl bilgi sahibi olabilirdi ki? Kendisine düşen kısım daha riskliydi aslında. Gizlice bir odaya girmesi, ilk kez gördüğü bir cihazı kullanması ve tüm bunları hızlı bir şekilde yapması gerekiyordu. Bu düşünceler onu içten içe kemiriyordu. Oraya girmek istemesinin tek sebebi bir notun üzerinde yazıyor olması değildi. Gerçekten de bir hiç uğruna burada tutulup tutulmadığını merak ediyordu. Sürekli “dünyanın sonu gelecek”, “insan ırkı yok olacak” gibi şeyler duyuyordu etrafından. Özellikle de Dr. Krueger ve Matthew’den. Ancak bunlara inanmakta artık güçlük çekiyordu. Belkide bunca insan sadece Dr. Krueger ve Matthew’in çıkarı için çalışıyordu. Semih’te bunu öğrenmek istiyordu. Tüm gece uyumadığı için çoktan hazırlanmıştı bile. Bir süre daha yatakta bunları düşünerek oturdu. Sonra kalktı ve zihnindeki düşünceler ile kahvaltıya gitti.
   
    Udo erken uyanmıştı. Kıyamet sayacının bitmesine çok az kalmıştı. Bu yüzden altıncı seviyeye girmek için acele etmesi gerektiğini biliyordu. Gerçeği öğreneceklerse bunu o gün gelmeden önce yapmaları gerekiyordu. Kafasındaki plan basitti. Herkes kahvaltıdayken beşinci seviyeye gidecekti. O saatlerde beşinci seviye boş olurdu. Kitaplıktaki gizli tuşa basacak, retina tarayıcıyı açıp içerisine mikroçipi yerleştirecekti. Daha önce de yapmıştı ve başarabileceğini biliyordu. Uyandırma alarmı çaldığı esnada Udo çoktan laboratuvarların girişine varmıştı. Sırayla seviyelerden geçmeye başladı. Beşinci seviyeye ulaştığında koridor bomboştu. Etrafı iyice kolaçan etti. Kimsenin olmadığına ikna olunca kitaplığın yanına gitti. Eğildi ve kitabı yerinden çıkardı. Tam elini kitaplığın arkasındaki gizli tuşa uzatacakken “Günaydın Udo.” diye bir ses duydu. Tüyleri diken diken olmuştu. Hızla kafasını çevirdi. Arkasında aynı projede çalıştığı arkadaşı Martin duruyordu. Udo bozuntuya vermemeye çalıştı. “Sanada günaydın.” diye cevapladı. “Sabah sabah kitap okumak için çok erken değil mi?” diye sordu Martin. Altıncı seviye hakkında bir bilgisi olmadığı için Udo’dan şüphelenmemişti. Udo hızlıca bir bahane uydurdu. “Laboratuvara uğrayacaktım. Dün elde ettiğimiz verilerle ilgili bir şey kafama takıldı. Laboratuvara girmeden önce şuradaki kitaptan bir bakayım dedim. O esnada gözüme bu jeoloji kitabı ilişti. Çok saçma dimi, biri buraya niye böyle bir kitap koyar ki?” diye sordu. Martin Udo’ya inanmıştı. Sonuçta şüphelenmesi gereken bir durum yoktu sonuçta. Jeoloji kitabı onada saçma gelmişti. Garip bir kahkaha attı. “Gerçekten de çok saçmaymış.” dedi. Udo rahatlamıştı. “Kahvaltıya geliyor musun?” diye sordu Martin. “Ben verilere bakayım birazdan gelirim.” dedi Udo. Martin’i başından savmak istiyordu. “Tamam, sonra görüşürüz.” dedi Martin ve oradan uzaklaştı. Martin seviye kapısından çıkar çıkmaz Udo derin bir nefes aldı. Artık yapması gerekeni yapabilirdi. Hızlı hareketlerle eğildi ve kitaplığın arkasındaki tuşa bastı. Bir kaç saniye sonra kitaplık sola doğru kaydı ve asansör kapısına benzeyen garip metalik kapı göründü. Yan tarafında kart okuyucu ve retina tarayıcı görünüyordu. Udo cebindeki tornavidayı çıkardı ve retine tarayıcıyı açmaya başladı. Vidalarını açtıktan sonra yavaş hareketlerle tarayıcıyı çıkardı. Adeta bir sanatçı gibi büyük hassaslıkla yapıyordu bu işi. Düzenek daha önceden yaptıklarına benzemiyordu. Bu daha farklı ve daha karmaşıktı. Ancak Udo zeki bir adamdı. Çözmesi uzun sürmedi. Bir kaç dakika içinde mikroçipi yerleştirmişti. Aynı hassas hareketlerle tarayıcıyı yerine kapattı. Düzenek hazırdı. Şimdi tek yapması gereken Matthew’in buraya girmesini beklemekti. Kitaplığı eski haline getirdi ve kahvaltıya gitti.

    Öğle yemeği saati gelmişti. Semih, Udo ve Sinem çalışma saatlerindeki farklılık ve yoğunlukları yüzünden yemeklerde çok nadir denk geliyorlardı. Semih yemeğini almış masaya oturmuştu. Hala midesi ağrıyordu. Bu yüzden fazla bir yemek yoktu tepsisinde. Yavaş yavaş yemeye başladı. Aradan bir kaç dakika geçmişti ki karşısına biri oturdu. Semih irkilmişti. Böyle bir şey beklemiyordu. Karşısındaki kişiyi görünce şaşırmıştı. Bu Udo’ydu. Onu görmek hoşuna gitmişti. Tam “Uzun zaman sonra ilk kez öğle yemeğinde ...” diyecekti ki Udo onun sözünü yarıda kesti. “Boşver şimdi öğle yemeğini. Bu işi bu öğleden sonra yapmalıyız.” dedi. Semih afallamıştı. “Sen dalga mı geçiyorsun, hiç birimiz hazır değiliz.” dedi. “Ben hazırım. Bu sabah Matthew oraya girdi. Mikroçip retina kaydını aldı. Sadece kartı çoğaltmak kaldı geriye. Matthew tüm öğleden sonra laboratuvarda olacak. Sonrası size kaldı.” diye cevapladı Udo. Semih’in midesi daha çok ağrıyordu artık. Gerçekten de hazır değildi. Bu esnada Sinem masaya oturdu. “Selam. Söyle bakalım Udo neymiş söyleyeceğin önemli şey?” dedi. “Retina kaydı hazır. Bu öğleden sonra yapmalıyız bu işi.” diye cevapladı Udo. Sinem’de şaşırmıştı. Bu kadar çabuk olmasını beklemiyordu. Aslında onların bunu yapabileceğini dahi düşünmüyordu. “Vay be... Bu gerçekten ani oldu.” dedi. “Arkadaşlar anlamıyor musunuz? Sayaç yarın duracak. Yarına kadar öğrenmemiz gerekiyor. Belki de üzerinde çalıştığımız projeler kurtulmamıza yetmeyecek. Belki de kendimizi kurtarmamız gerekiyor. Belki de kıyamet gerçekleşmeyecek. Bu tek şansımız.” dedi. Semih derin bir nefes aldı. “Tamam yapalım.” dedi. Sinem, Semih’in bu cesaretini garipsiyordu ama takdir de ediyordu. Udo Semih’in desteğini alınca rahatlamıştı. Bakışlarını Sinem’e çevirdi. “Bizimle olduğunu söyledin Sinem. Bizi yarı yolda bırakmayacaksın değil mi?” diye sordu. Sinem şaşkın bakışlarla Udo’ya baktı. Sonuçta kendisi de oraya girmek istiyordu. Ayrıca onları yarı yolda bırakamayacağını da biliyordu. “Tamam hadi yapalım.” dedi. Udo rahatlamıştı. Derin bir nefes aldı. “Tamam Sinem, şimdi beni iyi dinle. Saat 15:00’te gidip Robert’ı ve oradakileri oyalayacaksın. Onları odanın yanında bulunan mutfağa çekmen gerekiyor. Odayı boş bırakmalarını sağlamalısın. Ben aynı saatte ikinci seviyenin koridorunda Semih ile buluşacağım. Onu alıp beşinci seviyeye gideceğiz. O tuvalette beklerken ben Matthew’in masasından kartı alıp ona vereceğim. O da odaya gidecek ve kartı çoğaltacak. Sonra senide alıp beşinci seviyeye getirecek ve kartı bana verecek. Siz tuvalette beklerken ben Matthew’in kartını geri bırakacağım. Uygun zamanı bulunca da yanınıza geleceğim ve beraber o bölüme gireceğiz. Anlaşılmayan bir şey var mı?” diye sordu. Semih ve Sinem yapmaları gerekeni anlamıştı. “Yok” diye cevap verdi ikiside. Udo bu cevaptan memnun olmuştu. Gülümsedi ve “Bunu yapabiliriz arkadaşlar.” dedi. Ses tonundan hazır olduğu anlaşılıyordu.

    “Merhaba Robert, nasılsın?” diye sordu Sinem. Odanın kapısında dikilmiş Robert’a bakıyordu. Robert onu gördüğüne sevinmişti. Sinem’den hoşlandığı, davranışlarından açık bir şekilde anlaşılıyordu. “Sanada merhaba Sinem.” dedi. “Bu saatte burada ne işin var?” diye sordu. Sinem’in suratı asılmıştı. “Oohh, pardon beyefendi doğru randevu almam gerekiyordu. Sizin gibi önemli bir insanın zamanını çalmamalıyım.” dedi. Bunu söylerken ciddi değildi. Sadece Robert’ın kendini kötü hissetmesini ve onunla ilgilenmesini istiyordu. Bir kadın olarak bu onun en güçlü silahlarından biriydi sonuçta ve he zamanki gibi bu kez de işe yaramıştı. “Yo, öyle demek istemedim. Afedersin içeri gel, otursana.” dedi. Robert gerçektende kendini kötü hissetmişti. Sinem bu tavrını uzatmayacaktı. “Oturmak mı?” dedi. “Burası gerçekten çok sıkıcı. Bütün gün burada mı oturuyorsunuz?” diye sordu Sinem. “Çoğunlukla.” diye cevap verdi Robert. “Tamam o zaman bugün şanslı gününüz. Öğrendiğime göre Dr. Krueger ve Dr. Kemp bütün gün laboratuvarda çalışıyor olacaklar. Şefinizinde buraya pek uğramadığını düşünürsek, sanırım biraz eğlenmenin vakti geldi.” dedi ve cebinden bir iskambil destesi çıkardı. Robert desteyi görünce yüzünde gülümseme belirdi. Karşı masada oturan arkadaşı Johann’da bu durumdan hoşlanmıştı. “Dediğim gibi bu oda çok sıkıcı. Mutfak buradan daha çekici görünüyor. Kim benimle poker oynamak ister?” diye sordu. Robert yıllardır bu anın gelmesini bekliyor gibi “Kahretsin ben istiyorum. Hemde çok istiyorum.” dedi. Sinem bunu duyunca sevinmişti. Bakışlarını Johann’a çevirdi. “Peki ya sen?” diye sordu. Johann’ın yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. “Böylesine güzel bir bayanın teklifini reddetmek benim gibi bir centilmene hiç yakışmaz.” dedi. Sinem ikisini de oyalamanın yolunu bulmuştu. Şimdi tek yapılması gereken kartları çoğaltmaktı.

    “Güzel, tam zamanında.” dedi Udo. Semih’in dakikliği hoşuna gitmişti. “Benimle gel, hızlı olmalıyız.” dedi. Koşar adımlarla üçüncü seviyenin kapısına doğru yürüdü. Semih’te onu takip ediyordu. Hızlıca tüm seviyeleri geçtiler ve nihayet beşinci seviyeye gelmişlerdi. Udo Semih’e tuvaleti gösterdi. “Oraya gir ve beni bekle. Hemen döneceğim.” dedi. Semih talimatları sorgulamıyordu. Plan zaten açıkça belliydi. Koşar adımlarla tuvalete girdi ve Udo’yu beklemeye başladı. Midesindeki ağrı hala geçmemişti. Geçmesi de mümkün değildi zaten. Her geçen dakika ağrının daha da arttığını hissedebiliyordu. Bir kaç dakika sonra Udo tuvalete geldi. Elinde Matthew’in kartı vardı. “Bundan sonrası senin dostum.” dedi. Semih onaylar nitelikte başını salladı ve tuvaletten çıktı. Koşar adımlarla güvenlik kartlarının basıldığı bölüme doğru yola çıktı. Dikkat çekmemek için insanlarla karşılaştığı anlarda yavaşlıyordu. Bir kaç dakika sonra odaya varabilmişti. Mutfaktan gelen kahkaha seslerini duydu. Sinem işini çok iyi yapıyordu. Robert ve Johann’ın keyfi yerindeydi. Semih istediği boşluğu yakalamıştı. Çabuk olması gerekiyordu. Odaya girdi ve bir süre gözleriyle kartların basıldığı cihazı aradı. Bir kaç saniye sonra cihazı ve yanındaki bilgisayarı farketmişti. Cihazın bağlı olduğu bilgisayarın başına geçti. Kalbi hızla çarpıyordu. Cihazı kontrol eden yazılımı kurcalamaya başladı. Yazılım ‘robert’ kullanıcısı için şifre istiyordu. Semih bunu beklemiyordu. Midesindeki ağrı iyice artmıştı. Elleri titriyordu. “Ne yapacağım ben.” diye hayıflanmaya başladı. Şansını denedi ve herkesin kullandığı basit bir kaç şifre girdi. Hiç biri işe yaramıyordu. Derin derin nefes almaya başladı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Birden aklına Sinem geldi. “Gerçekten bu olabilir mi?” diye düşündü. Denemekten bir şey kaybetmezdi. Şifre olarak sinem’i denedi. Şifre doğruydu. Semih çok şaşırmıştı ve bir o kadarda rahatlamıştı. Yazılımın menülerinde biraz gezindi. Nihayet kart kopyalama menüsünü bulmuştu. Menüde yazan talimatları uyguladı. Cihaz kartı kopyalamaya hazırdı. Semih kartı cihaza yerleştirdi. Yaklaşık otuz saniye sonra cihaz aynı kartın bir kopyasını oluşturmuştu bile. İstediğine ulaşmıştı artık. Masayı ve bilgisayarı bulduğu gibi bırakmaya özen gösterdi. Şimdi yapması gereken Sinem’i alıp oraya gitmekti. Semih’in aklına o an bir şey geldi. Bu sabah duyduğu bir şeydi. Bunu denemenin daha doğru olacağını düşündü. Planda değişiklik zamanı gelmişti. Sinem’i mutfakta bıraktı ve koşar adımlarla Udo’nun yanına geri döndü.

    Semih beşinci seviyeye girdikten sonra doğrudan tuvalete saptı. Udo ile anlaşmışlardı. On beş dakika sonra yine tuvalette buluşacaklardı. Semih tuvalete vardığında Udo orada bekliyordu. Semih’i görünce merak içinde yanına yaklaştı. “Başarabildin mi?” diye sordu. “Başardım.” diye cevapladı Semih. Udo çok heyecanlanmıştı. “Ben Matthew’in kartını bırakayım, sen de Sinem’i al. Beş dakika sonra kitaplığın orada buluşuruz.” dedi ve kartı almak için Semih’e elini uzattı. Semih Udo’nun fazla heyecanlandığını farketmişti. “Dur acele etme.” dedi. Udo bunu beklemiyordu. “Planda değişiklik oldu.” diye devam etti. Udo araya girdi. “Ne demek değişiklik oldu? Lanet olsun bu benim planımdı, her şeyi ayarlamıştım. Sinem’i getirmedin değil mi?” diye sordu. “Evet getirmedim. Kimin planı olduğu önemli değil. Bak bu akşam Dr. Krueger, Matthew ve tüm projelerin başında bulunanlar bir toplantı yapacaklar. Sayaç yarın duruyor ve bu toplantı akşam 22:00’de olacak. Altıncı seviyeye girme yetkisi olabilecek herkes o toplantıda olacak. Bizim için en doğru an bu.” dedi. Udo sinirliydi ancak söylediğinin mantıklı olduğunu da biliyordu. “Pekala. Matthew’in kartını bana ver. Kopyası sende kalsın. Akşam 22:00’de burada buluşalım. Sinem’i sen getirirsin.” dedi. Semih onaylarcasına kafa salladı ve Matthew’in kartını ona verdi. Udo kapıya doğru yöneldi. Sonra arkasını döndü “Umarım haklısındır.” dedi ve oradan uzaklaştı.

    Sinem’in siniri hala geçmemişti. “Sen tam bir aptalsın Semih.” dedi. Semih onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama pekte başarılı olamıyordu. “Lanet olsun, o iki aptalla üç saat boyunca poker oynadım. Delirebilirdim.” diye devam etti. “Ne yani, hani sen Robert’tan hoşlanıyordun?” diye sordu Semih. Sinem’in tepkisine şaşırmıştı. “Hoşlanmak mı?” dedi Sinem. Bakışları Semih’i delecek gibiydi. “Ne hoşlanması aptal, o adamın nesinden hoşlanacağım. Beni yatağa düşürmekten başka bir derdi olduğunu mu zannediyorsun. Sen gerçekten salaksın Semih.” dedi. “Tamam, özür dilerim tamam mı. Gündüz vakti oraya girmeye kalksaydık çok dikkat çekecekti ve hemen yakalanabilirdik. Sana da haber verecek fırsatım olmadı çünkü kartı geri götürmeliydim. Gerçekten özür dilerim.” dedi. Bunu söylerken sesi ciddiydi. Bu Sinem’i biraz rahatlatmıştı. En azından hatasının farkındaydı. Bir kaç dakika sonra Udo koridorda belirdi. “Harika ikiniz de buradasınız.” dedi. Semih ve Sinem onu gördüğüne sevinmişti. Bir an önce bu işin bitmesini istiyorlardı. “Hadi başlayalım.” dedi Udo ve kitaplığın yanına gitti. Kitabı raftan aldı ve arkadaki tuşa bastı. Kitaplık sola kayınca kapı ve retina tarayıcı görünmüştü. Sinem ve Semih çok heyecanlanmıştı. Udo daha önce yaptığı gibi nazik hareketlerle tarayıcıyı açtı ve içerisine yeniden programladığı mikroçipi yerleştirdi. Önceki mikroçip veri depolaması içindi. Bu ise depoladığı veriyi gönderecekti. Mikroçip hazır olduktan sonra “Semih, kartı verir misin?” dedi. Semih ona kartı uzattı. Udo kartı aldı ve okuyucuya tuttu. Okuyucudan kartın tanındığına dair bir ses geldi ve retina tarayıcının ışığı yandı. Mikroçip otomatik olarak devreye girmişti. Depoladığı veriyi cihaza gönderdi. Cihaz retina taramanın doğru olduğunu onaylayan bir ses çıkardı. Karşılarında duran kapı yavaşça açıldı. Bu bir asansördü. Udo’nun tahmini doğru çıkmıştı. Hızlıca hepsi içeri girdi. Asansörde sadece aşağı ve yukarı tuşu vardı. Udo derin bir nefes aldı. “Bakalım bizi nereye götürecek.” dedi ve aşağı ok tuşuna bastı. Asansörün kapısı kapandı ve asansör inişe geçti. Bir kaç saniye sonra asansör durdu. Bu kez kapı yavaşça açıldı. Semih bunu gördüğüne şaşırmamıştı. İçeride büyük bir laboratuvar vardı. İçinde anlam veremedikleri garip bir kaç cihaz duruyordu. Hepsinde kokpite benzer, insanın oturmasına olanak sağlayan bir bölüm vardı. Udo ve Sinem’de bunu bekliyordu anlaşılan. Bir araştırma merkezinde başka ne olabilirdi ki? “Acele etmeliyiz arkadaşlar.” dedi Udo. Onlar içeri girince asansörün kapısı kapandı. Semih, Sinem ve Udo dağılıp ortalığı incelemeye başladılar. Dolapları ve masaları kurcaladılar. Bir kaç dakika sonra Udo’nun hayretler içindeki sesini duydular. Masanın üzerine eğilmiş notları inceliyordu. Notların bir kısmı elinde duruyordu. “Aman tanrım.” diye bağırmıştı. “Bu mümkün değil. Bunu yapıyor olamazlar” dedi. Sinem ve Semih korkmuştu. “Neyi yapamazlar?” diye sordu Sinem. Udo kendini kontrol etmek için bir kaç kez soluk aldı. Gözü hala elinde duran notlardaydı. “Burada ne üzerine çalıştıklarını biliyor musunuz?” diye sordu. Sinem Udo’nun davranışlarından endişelenmişti. “Bu kadar şaşırtıcı ne yapabilirler çok merak ettim.” dedi Sinem. Udo bu lafı çok aptalca bulmuştu. Aynı hayretle Sinem’in arkasında duran cihazları gösterdi. “Bunların hepsi birer zaman makinesi prototipi.” dedi. Semih ve Sinem afallamıştı. Bunu gerçekten beklemiyorlardı. Üçlü cihazlara doğru yürüdü. Hiç biri konuşamıyordu. Hayretler içinde öylece kalmışlardı. Bir müddet şaşkınlık içerisinde cihazları incelediler. Birden asansör kapısının sesi duyuldu. Matthew eli silahlı üç adamla birlikte asansörde belirdi. Semih, Sinem ve Udo ne yapacağını şaşırmıştı. “Şu iki budalayı yakalayın ve hücreye tıkın. Sinem hanımı da benim odama götürün. Onunla biraz konuşmak istiyorum.” dedi Matthew. Udo sinirli bir şekilde Semih’e döndü ve “Lanet olsun. Hani toplantı vardı seni salak.” diye bağırdı. Semih ne diyeceğini bilmiyordu. Korkudan öylece kalmıştı. “Evet vardı Udo. Ama sadece Semih’e laf etme bence. Hepiniz aptalsınız. Benim laboratuvarıma elinizi kolunuzu sallaya sallaya girebileceğinizi ve benim bunu farketmeyeceğimi mi zannettiniz gerçekten?” diye sordu. Üçü de cevap veremiyordu. Düşününce gerçekten de aptalca bir düşünceydi bu. Kaçamayacaklarını biliyorlardı. Onlar için bu macera çabuk sona ermişti.

    “Aç kapıyı Dirk!” diye bağırdı güvenlik görevlilerinden biri. İki görevli Semih ve Udo’yu hücrelere getirmişti. Kapının kilidinin sesi duyuldu ve kapı açıldı. Dirk karşılarında durmuş Udo ve Semih’e bakıyordu. “Bunlarda kim?” diye sordu. “Bu iki salak Dr. Kemp’in gizli laboratuvarına girmeye kalktı.” diye cevapladı uzun boylu olan. “Şu aptalları nereye tıkalım?” diye sordu öteki. “Ben onlara güzel bir yer ayarlarım şimdi.” dedi Dirk. Semih korkudan titriyordu. Zaten bu araştırma merkezi ona hapishane gibiydi. Şimdi ise gerçekten bir hücreye girecekti. Bunu düşünmek onu delirtiyordu. Bu sırada Udo derin bir nefes aldı. Dirk arkasına geçmiş omzunu tutuyordu. Udo aniden geriye doğru kafa attı. Dirk’in kırılan burun sesi koridorda yankılanmıştı. Udo sağında duran adama bir yumruk savurdu. Öteki adam Semih’i duvara itti ve Udo’ya bir yumruk attı. Udo yumruğun etkisiyle geriye sıçradı. Adam ikinci yumruğu savururken Udo onu bloke etti ve çenesine bir yumruk indirdi. Güvenlik görevlisi yumruğun etkisiyle yere yığılmıştı. Ayakta duran diğer güvenlik görevlisi Udo’ya bir yumruk attı. Udo yumruğun etkisiyle yere düştü. Semih ne yapacağını şaşırmıştı. Adam Udo’nun midesine bir tekme indirdi. Udo acıyla inledi. Semih bir şey yapması gerektiğini biliyordu. Cesaretini topladı ve yanında duran sandalyeyi alarak adamın ensesine indirdi. Adam oracıkta bilincini kaybedip yere yığıldı. Dirk burnunun acısından zar zor ayağa kalkabilmişti. Tam Semih’e doğru hamle yapacakken Udo onun ayağını tuttu. Dirk dengesini kaybedip yere düştü. Udo “Kaç Semih! Git buradan!” diye bağırdı. Bu esnada öteki güvenlik görevlisi kapının önünde ayağa kalkmıştı. Semih hızla koridorun öteki ucuna doğru koşmaya başladı. Koridorun sonundaki duvara gelmişti. Dirk Udo’nun midesine bir tekme attı. Udo tekrar inledi. Udo’nun üzerine çıktı ve ardı ardına yumruklar savurmaya başladı. Bu esnada diğer güvenlik görevlisi ağır adımlarla Semih’e doğru yürüyordu. Semih, bu adama karşı hiç bir şansı olmadığını biliyordu. “Nereye kaçacaksın aptal!” diye bağırdı. Semih kaçacak yer olmadığını biliyordu. Adamla kavga etmek zorundaydı. Saldırabilecek bir cisim bulabilme ümidiyle ceplerini yokladı. Eline üç ay önce temizlik odasında bulduğu anahtar geldi. Bir anahtar ne işe yarardı ki? Adamın gözünü mü oyacaktı sanki. O an sağında bulunan kapının numarası gözüne çarptı. Eski bir kapıydı ve üzerinde 23 yazıyordu. “Bu gerçekten olabilir mi?” diye düşündü Semih. Denemek zorundaydı, başka şansı kalmamıştı. Hızla kapıya yöneldi ve anahtarı deliğe yerleştirdi. Bir tur döndürmeyi denedi. Kilit dönüyordu. Gerçekten de anahtar bu kapıya aitti. Güvenlik görevlisi bunu farkedince koşmaya başladı. Semih anahtarı bir tur daha çevirdi. Kilit artık tamamen açıktı. Tam kapının koluna yüklendiği anda güvenlik görevlisi Semih’in üzerine çullandı. Semih arkasındaki duvara fırladı ve darbenin etkisiyle kafasını duvara çarptı. Başı dönmeye başlamıştı. Korkunç bir acı hissediyordu. Hücrenin kapısı Semih’in koluna takılmıştı ve savrulmanın etkisiyle yavaşça açılıyordu. Güvenlik görevlisi “Lanet olası serseri, anahtarı nereden buldun?” diye bağırdı. Sonra Dirk’e döndü. “Hey Dirk! 23 numaralı hücrede kimse var mı?” diye sordu. Dirk bu esnada Udo’yu yumrukluyordu. Kapı numarasını duyunca irkilmişti. Hızlıca adama döndü ve “Lanet olsun hemen o kapıyı kapat!” diye bağırdı. Adam bu lafı duyunca kafasını hücreye çevirdi. Karanlıkta duran bir silüet gördü. Bunu görmesi bir saniye bile sürmemişti. Hücredeki adam üzerine o kadar hızlı saldırdı ki, kaçmak için herhangi bir şansı yoktu. Hücreden çıkan adam güvenlik görevlisine onlarca yumruk savuruyordu. Semih olayı idrak edememişti. Dayak yiyen güvenlik görevlisi kaburgalarının kırıldığını hissedebiliyordu. Dahası oradaki herkes adamın kaburgalarının sesini duymuştu. Dirk yerinden kalktı ve onlara doğru koşmaya başladı. Güvenlik görevlisi yediği darbelerin etkisiyle bilincini kaybetmiş yere yığılmıştı. Dirk tam adamın üzerine saldıracakken adam eğildi ve dönerek sol dirseğiyle Dirk’ün midesine vurdu. Dirk yediği darbenin etkisiyle inledi. Adam hızla ayağa kalktı ve Dirk’ün vücuduna bir kaç yumruk savurdu. Dirk iyice sersemlemişti. Adam Dirk’in gırtlağını tuttu ve “Ben seni uyarmıştım.” dedi. Sonra midesine sağlam bir yumruk attı. Dirk darbenin etkisiyle tam eğilecekken kafasını tuttu ve var gücüyle duvara çarptı. Dirk bilincini kaybederek yere yığıldı. Udo hayretler içinde adama bakıyordu. “Bu nasıl mümkün olabilir?” diye söyleniyordu. Adam “Bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım.” dedi. Yavaş yavaş Semih’e doğru döndü ve “Zamanında gelebilmene sevindim Semih.” dedi. Semih karşısında duran adamı görünce donup kalmıştı. Saçı sakalı birbirine karışmış bir şekilde karşısında duruyordu. Titreyen sesiyle “Matthew... Bu nasıl olabilir? Sen o hücrede ne arıyorsun? Dahası bizi buraya attıran kimdi o zaman?” diye sordu. Yaşadığı şok hissettiği acıları unutturmuştu. “Ben buraya geldiğim ilk günden beri hücredeyim Semih. O adamın adı ise Klaus Freidmann. Bu araştırma merkezini asıl yöneten kişi.” dedi. Semih neye uğradığını şaşırmıştı. Matthew onun şaşkınlığını farketmişti. “Şimdi hayrete düşmenin zamanı değil. Hadi kalk. Buradan kaçmamız gerek.” dedi.



This post first appeared on Tümör, please read the originial post: here

Share the post

Bölüm 17 - 6

×

Subscribe to Tümör

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×