Get Even More Visitors To Your Blog, Upgrade To A Business Listing >>

Troya Antik Kenti

Farklı dönemlere ait 50’den fazla katman tespit edilen, karmaşık ve zengin bir arkeolojik yapıya sahip Troya’daki en eski yerleşimler MÖ 3.000’li yıllara dek uzanmaktadır. Çanakkale ili sınırlarında, Kaz Dağı eteklerinde yer alan Troya, 1996 yılında Milli Park ilan edilmiş ve 1998 yılında da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kültürel varlık olarak dahil edilmiştir.

Halk arasında daha çok Truva Atı ile tanınan Troya Antik Kenti, Çanakkale’nin Merkez ilçesine bağlı Tevfikiye Köyü’nün batısında Hisarlık adı verilmiş olan tepede yer alır. Şehrin ismi, Fransızca versiyonun (Troie) okunuşu olan ‘Truva’ olarak dile yerleşmiş olsa da, uzmanlarca Türkçe doğru söylemin Troya olduğu netlikle ifade edilmektedir. Karamenderes ve Dümrek çaylarının döküldüğü bir koyun kenarında yer alan Troya’nın ilk kurulduğu yıllarda denize çok yakın olduğu ve zamanla Karamenderes nehrinin taşıdığı alüvyonlar nedeniyle denizden uzaklaştığı düşünülmektedir. Binlerce yıl boyunca savaş ve doğal felaketler sonucu yıkılan ve defalarca yeniden kurulan kent denizden uzaklaşması sonucu yavaş yavaş önemini kaybetmiş ve terk edilmiştir.

Giovanni Domenico Tipeolo, 1773

Pek çok filme de konu olan Troya, zengin tarihi dokusu yanında mitolojide de önemli bir yere sahiptir. Homeros’un İlyada destanında anlattığı kent ve Troya Savaşı’na dair etkileyici hikaye ile hayal gücümüzü coşturup aklımızda kalıcı bir yer edinmiştir.

Farklı tarihlerde 10 ayrı kentin kurulduğu, ayrı dönemlere ait 50’den fazla katman bulunan Troya Antik Kenti tarihsel yapısına göre kendi içinde ayrıca bölümlenen 10 ana bölüme ayrılmıştır.

Troya I: MÖ 3000-2600
Troya II: MÖ 2600-2250
Troya III: MÖ 2250-2100
Troya IV: MÖ 2100-1950
Troya V: MÖ 20. – 18. yüzyıl
Troya VI: MÖ 17. – 15. yüzyıl
Troya VIh: Geç Tunç Çağı MÖ 14. yüzyıl
Troya VIIa: MÖ 1300-1190 Homerik Troya dönemi
Troya VIIb1: MÖ 12. yüzyıl
Troya VIIb2: MÖ 11. yüzyıl
Troya VIIb3: MÖ 950’ye kadar olan dönem
Troya VIII: MÖ 700-85 Helenistik Troya
Troya IX: MÖ 85 – MS 500 Roma Troyası
Troya X: MS 1200 – 13000 Bizans dönemi

Heinrich Schliemann’ın Troya’da bulduğu Kral Priamos’un hazinesi

Troya’nın keşfi

16. yüzyıldan itibaren arkeolog ve gezginlerce ziyaret edilen bölgede antik kent Troya’nın kesin yeri 1800’lü yıllara kadar tespit edilememiştir. İlk olarak 1822 yılında İrlandalı gazeteci Charles Maclaren kentin yerini doğru olarak saptamış ve 1865 yılı civarında Frank Calvert tarafından bölgede ilk arkeolojik araştırmalar yapılmıştır. 1868 yılında Alman arkeolog Heinrich Schliemann gerekli izinleri alarak ilk kapsamlı kazıları başlatmıştır. Devam eden yıllarda kazılar 1938’e kadar Alman ve Amerikalı arkeologlar tarafından aralıklarla sürdürülmüştür. Pek çok tarihi eserin o dönemlerde yurt dışına kaçırıldığı bilinmektedir. 1988’de tekrar başlayan kazılar günümüzde halen yurt dışı ve içinden arkeologlar tarafından sürdürülmektedir.

Troya’nın tarihi

Yapılan kazılar sonucu Troya’da 10 farklı kent katmanı bulunmuştur. Yerleşim için elverişli bir coğrafi konumda bulunması sebebiyle MÖ 3 binli yıllardan MS 500’lere kadar kentsel yaşam alanı olarak rağbet görmüş, sonrasında ise 12. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Bizans yerleşkesi olmuştur. Evlerde inşaat malzemesi olarak kerpiç kullanılması nedeniyle kent katmanlarının üst üste biriktiği bir tepe oluşmuştur. Uzun süredir devam eden kazılarda bölgede 50’nin üstünde yapı evresi tespit edilmiştir. Troya’da MÖ 700 – 85 yılları arası Greklerin, MÖ 85 – MS 500 yılları arası ise Romalıların tespit edilmiş, 12 – 13. yüzyıllar arası ise Bizans yerleşkesi bulunmuştur. 13. yüzyıl sonrası yaşanan büyük politik değişimler sebebiyle önemini kaybeden Troya, 17. yüzyıl itibariyle Avrupalı aydın ve bilim adamlarının ilgisini çekmeye başlamıştır.

Fotoğraf: CherryX

Antik Grek tapınaklarının öncüsü olan megaron yapılarının en görkemlileri MÖ 3000’den itibaren Troya’da görülmektedir. Ayrıca demirin daha bilinmediği dönemler olan MÖ 2500’lerden itibaren Troya’da kesme taş tekniği ile duvar örgülerine rastlanılmaktadır.

Homeros’un Troya efsanesi

MÖ 1300 yıllarında, Kral Priamos’un ülkesi Troya’da gelişmiş bir sosyal hayat vardı ve insanlar bolluk ve zenginlik içerisinde yaşıyorlardı. Troya’ya saldırıp bu zenginliği yağmalamak üzere çeşitli bahanelerle savaş çıkaran komşu ülkeler şehrin surları çok sağlam olduğu için ülkeyi ele geçiremezlerdi.

Kral Laodemon’u öldüren Herkül tasviri

Hektor isminde bir oğlu olan Kral Priamos’un ikinci çocuğuna hamile olan karısı Hekabe bir gün rüyasında, karnından çıkan alevlerin bütün Troya’yı yaktığını görür. Rüyayı dinleyen Kral Priamos durumu kahinlere sorar. Kahinler, doğacak çocuğun Troya’nın yok olmasına sebep olacağını söylerler. Bunun üzerine Kral, çocuğun doğduktan sonra öldürülmesini emreder. Doğum gerçekleşir ama Hekabe oğluna kıyamaz, adını Paris koyar ve öldürülmesine karşı çıkar. Kısa bir süre sonra çevresinden gelen baskılara dayanamayan ve ülkesinin geleceğinden endişe duyan kral Paris’in öldürülmesine karar verir. Askerler Paris’i öldürmek üzere İda dağına götürürler ama lanetten korktuklarından bebeği, vahşi hayvanların öldüreceğini düşünerek dağın ıssız bir köşesine bırakırlar. Beklenenin tersine bebeği bulan dişi bir ayı onu yemek yerine annelik yapar ve emzirerek ölümden kurtarır. Daha sonra Agelaos adında bir çoban bebeği bulur ve evine götürür. Bebeği sahiplenen aile adını Aleksandros koyarlar. Çobanlığı öğrenerek büyüyen Aleksandros gözüpek, kuvvetli ve yakışıklı bir delikanlı olur. Diğer kardeşlerine benzemediğinin de farkındadır. Aleksandros, ormanda yaşayan ağaç perisi Oinone ile tanışır, aşık olur ve evlenirler.

Olimpos dağında ise deniz kızı güzel Thetis ile ölümlü bir insan oğlu olan Peleus’un düğünü yapılacaktı. Huzursuzluk çıkarabileceği düşünülen kavga ve nifak tanrısı Eris dışında tüm tanrı ve tanrıçalar düğüne davet edilmişti. Bu duruma çok sinirlenen Eris, düğüne gelerek, üzerinde en güzele diye yazan altın bir elmayı düğün sofrasının ortasına bırakır. Güzel olduğunu iddia eden tüm tanrıçalar altın elmaya sahip olmak istediler ve uzun tartışmalar sonunda altın elma, daha güçlü olan üç tanrıça, kudret tanrıçası Hera, akıl tanrıçası Athena ve aşk tanrıçası Afrodit’te kalır. Altın elmayı Zeus’a vererek, en güzel olana vermesini isterler. Tanrıçaları kızdırıp, Olimpos’da sorun yaratmak istemeyen Zeus bu işlerden anlamadığını ama İda dağında çobanlık yapan ve aslında Troya kralının oğlu olan Paris’in bu işi çözeceğini söyler.

Troya Antik Kenti – IX. katman
Fotoğraf: Nacho SM

Tanrıçalar Paris’i İda dağında sürülerini otlatırken bulurlar. Altın elmayı verirler ve bunu içlerinden en güzel olana vermesini isterler. Karşısında üçü de birbirinden güzel üç kadını görünce şaşıran Paris duraklar. Paris’in kararsızlığını gören tanrıçalar ona rüşvet teklif etmeye başladılar. Hera, altın elmayı kendisine verirse ona kudretli bir krallık vereceğini, Athena, akıl, başarı ve zafer vereceğini söyler. Afrodit ise dünyanın en güzel kadını olarak bilinen Spartalı Helena’nın aşkını vereceğini söyler. Aşkı seçen Paris elmayı Afrodite verir. Diğer tanrıçalar bu duruma çok sinirlenir, Paris’e kinlenirler.

Aklında hep Spartalı Helena olan Paris beklemeye daha fazla dayanamaz, karısı Oinone’yi ve İda dağını terk ederek Troya’ya gider. Bu sırada şehirde yarışmalar vardır. Yarışmalara katılan ve birinci olan Paris, Troya kralı Priamos tarafından ödüllendirilmek üzere huzura çağırıldığında kahin olan kız kardeşi Kassandra onu tanır. Böylece Paris ailesine kavuşur.

Kral Priamos, Sparta ile aralarında bulunan anlaşmazlığı çözmek üzere oğlu Paris’i elçi olarak Sparta’ya gönderir. Paris, Kral Menelaos ve güzel karısı Helena’ya konuk olur. Bu sırada Kral Menelaos, büyük babası Girit kıralı Katreus ölümü üzerine cenaze için Girit’e gider. Paris, Helena ile yalnız kalırlar. Helena, Afrodit’in gayretleriyle Paris’e aşık olur. Helena çeyizini de yanına alarak, Paris ile Troya’ya kaçar.

Bu olay Troya’ya saldırmak için fırsat kollayan Kral Menelaos’un ağabeyi Kral Agamemnon için yeterlidir. Akhalar ve yandaşlarından, bin gemilik bir ordu kurarak Troya önlerine gelir. On yıl süren savaşta tanrı ve tanrıçalar da taraf tutar ve yardım ederler. Hera ve Athena, Paris ve Troya’ya karşıdırlar. Afrodit ise Troya’dan yanadır. Uzun süren savaşta hem Paris hem de kardeşi Hektor ölür ama iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamaz.

Sonunda, Akhaların ünlü Kralı Odysseus tahta bir at yaptırarak içine askerlerini yerleştirir ve şehrin surları önüne bırakır. Ardından Akha ordusu tümüyle geri çekilir. Troyalılar savaşın bittiğini düşünerek çok sevinir ve şenlikler düzenlerler. Tahta atın Tanrıça Athena için yapıldığına ve kutsal olduğuna inandıklarından surların içine alırlar. Uzun süredir savaşan askerler geç vakitlere kadar şarap içip eğlendikten sonra yorularak derin bir uykuya dalarlar. Tahta atın içinde bekleyen Akha askerleri yerlerinden çıkarak şehrin kapılarını geri dönen orduya açarlar. Şehri tamamen yakıp yıkarlar ve Helana’yı da yanlarına alarak memleketlerine dönerler.

Troya Antik Kenti yazısı Kilsan Blog sitesine aittir.



This post first appeared on Mimari, Sanat, Tasarım, Çevre, Yaşam | Kilsan, please read the originial post: here

Share the post

Troya Antik Kenti

×

Subscribe to Mimari, Sanat, Tasarım, Çevre, Yaşam | Kilsan

Get updates delivered right to your inbox!

Thank you for your subscription

×